Humik Asit İnsan Sağlığına Etkileri

Humik Asit İnsan Sağlığına Etkileri

HÜMİK ASİTLER VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ

Humik Asit Sağlıkta Kullanım Alanları

Hümik Asitlerin Bağışıklık Sistemine Etkileri

KORONA VİRÜSÜ yenmek için tek yapmamız gereken, virüsün pH’ının üzerinde olan daha fazla alkalin gıda almaktır.
HUMİK ASİT PH 11-12
Bazıları:
Limon – 9.9pH
Kireç – 8.2pH
Avokado – 15.6 pH………
Sarımsak – 13.2pH
Mango – 8.7pH
Mandalina – 8.5pH
Ananas – 12.7 pH
Karahindiba – 22.7 pH
Turuncu – 9.2pH

#koronavirus #kapsül
#bağışıklıkgüçlendirici
#grip
#Turkiye #istanbul #izmir #Ankara #Adana #Bursa #Gaziantep #Konya #Antalya #Mersin #Eskişehir
#corona #coronavírus #coronavirüsü #korona #koronavirüsü
#coronawirus #korona #koronavirus
#endoğal #sağlıklıyaşam #sağlıklıbeslenme #bağışıklık

Hümik asitlerin en çok heyecan veren konularından birisi de insan vücudunda oldukça güçlü biçimde ve geniş yelpazede bağışıklık sistemini düzenlemesidir. Hümik asitler virüslerin, patojenlerin ve her türlü bakteriyel enfeksiyonun hücumundan sonra vücudun direncini arttırmaktadır. Onlar bağışıklık sistemini desteklemekle kalmaz, aynı zamanda da düzenlemektedirler.

Hümik asitlerin timüs bezinin boyutunu arttırdığı tespit edilmiştir. Timüs bezi ergenlik döneminde oldukça belirgindir. İnsan yaşlandıkça da kısalmakta veya kaybolmaktadır. Bu bezdeki artış doğrudan bağışıklığın, gençliğin ve ömrün artmasına delalet etmektedir.

Bağışıklığın Savunma Mekanizmaları

Hümik asitler birçok güçlü savunma mekanizmalarını içermekte ve desteklemektedir. Limfositleri ve vücudun bağışıklık sistemi ile alakası olan antikorları üretmek için timüs bezinin aktivitesini uyarmaktadır. Hümik asitler ayrıca vücudun makrofaj ve T-hücrelerinin üretimini de aktive edip arttırmaktadır. T-hücreleri yabancı istilacıları yok edip vücuttan atarken makrofajlar da onları tüketmektedirler. Hümik asitlerin granülositleri ve interferon-gamma, interferon-alfa, interferon-beta ile tümör nekroz faktörü-alfa’yı da içeren sitokinlerin üretimini uyardığını insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.

Narin Dengenin Kontrolü

Vücut tarafından üretilen değişik savunma mekanizmaları hümik asitlerce hem uyarılmakta ve hem de kontrol edilmektedir. Hümik asitler dengeyi sağlayarak doğal bir immunomodülatör (bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek maksadı ile kullanılan ilaç) gibi hareket etme kabiliyeti benzersizdir. Bağışıklık sistemini güçlendirmek veya kontrol altında tutmak için insan vücuduna ihtiyaç oldukça takviyeler sunmaktadır. Belirli rahatsızlıklar dış istilacılarca neden olunmamaktadır. Bunlar vücuda kendiliğinden hücum eden bağışıklık sisteminin savunma mekanizması ile olmaktadır. Romatizma, deri veremi (lupus) ve lif dokusu iltihabı gibi otoimmün (doğuştan gelen bağışıklık sistemi) hastalıkları ile oluşan durum buna örnek verilebilmektedir. Bilim adamları virüslerle neden olunan bazı şifası zor hastalıklar da dâhil birçok ciddi hastalığı başarılı biçimde tedavi etmek için bağışıklık sisteminin dikkate alınarak kontrol edilmesi gerektiğini belirlemişlerdir. Şaşırtıcı bir şekilde hümik asitlerin bunu belirli bağışıklık tepkilerini bastırırken ve diğerlerini de arttırırken doğal olarak yaptığı keşfedilmiştir.

Şifası Olmayan Virütik Hastalıklarda Hümik Asitlerin Klinik Etkisi

Son zamanlara kadar Salgın Kanamalı Ateş Hastalığı (Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi gibi) için herhangi bir tedavi bulunmamakta idi. Siklofosfamid ilacı (bağışıklık engelleme ajanı) son zamanlarda şifa olması ümidi ile denenmiştir. Doktorlar bağışıklık sistemini dikkatli biçimde kontrol etmek için onu kullanmayı öğrenmişlerdir. Bu ilaç ayrıca belirli kanser vakıalarında da bir terapi olarak kullanılmaktadır. Fakat, siklofosfamid ciddi yan etkilere sahiptir.

Çin eczacılık ve tıp yöntemleri üzerine eski bir kitap olan ‘Material Medica’da tarif edilen terapiler kanamalı ateş hastalıkların tedavisinde günümüz doktorlarına bir çare olma ümidi vermiştir. Bu sebeple doktorlar enfekte olmuş hastalar üzerinde kapsamlı bir klinik çalışma üstlenmişlerdir. Siklofosfamid iki paralel hastane kliniği çalışmasında hümik asitlerle kıyaslanmıştır. bu çalışamada yaşları 4 ila 78 arasında değişen toplam 178 hasta bulunmakta idi. Hastalardan 100’ü hümik asitlerle tedavi edilirken 78’ine siklofosfamid verilmiştir. Kanamalı ateşin ciddi konumundan dolayı bazı hastalar şoka girmişler, idrar zorluğu çekmişler, hidrosefal (kafatası içinde su birikmesi) olmuşlar veya böbrek problemleri ile karşılaşmışlardır. Böylesine bireysel problemlere uygun acil tedaviler uygulanmıştır. Hastalar vücut sıcaklığı ölçümü, nefes ve kalp atışları, kan basıncı, zehirlilik seviyesi, ateşin derecesi, idrardaki değişim ve trombosit (pıhtı) sayımı yapılarak dikkatlice izlenmişlerdir. Bazı hastalara EKG, beyin omurilik sıvısı testi, karaciğer fonksiyon testi ve kan testi yapılmıştır.

Çalışma sonuçları

Test edilen her kategorideki hümik asit gruplarının ortalama performansı siklofosfamidinkinden bir buçuk günlük çalışma ile daha iyi olmuştur. Normale dönme süresi ise 2 ila 8 gün almıştır. Yüz hümik asit uygulanan hastadan sadece biri ölmüştür. Diğerleri iyileşmiştir. Siklofosfamid uygulanan 78 hastanın ikisi ölmüş, diğerleri iyileşmiştir.

Hümik asitler bağışıklık sistemini düzenleyerek salgın kanamalı ateşi tedavi etme kabiliyeti göstermiştir. Onun tüm terapatik etkilerinin kıyaslaması yapıldığına siklofosfamidden az da olsa daha iyi olduğunu ortaya koymuştur. Doktorlarca yapılan laboratuar çalışmaları hümik asitlerin hücrelerde ve vücut sıvısında bağışıklık sistemini düzenlediğini ve uyardığını, bunun sonucu olarak da bağışıklık fonksiyonlarını normalleştirdiğini veya güçlendirdiğini tespit edilmiştir. Salgın kanamalı ateş ile ilk kez karşılaşan hastaların hücresel seviyelerindeki bağışıklık sisteminin zayıflaması hümik asit kullanımı ile düzeltilebilmiştir. Hümik asitler, T-hücrelerinin aktivitelerinin azalmasından kaynaklanan T-hücre engellenmesini önleyerek hücresel bağışıklık sistemini güçlendirmiştir. Bu da antikorları fazlaca üreten B-hücreleri için riski azaltmaktadır. Vücut sıvısındaki bağışıklık sistemi güçlendirilmiş ve bağışıklık kompleksi azaltılmıştır. Kan damarı duvarları üzerine verilen zarar, kırılganlığın oluşması sebebi ile çok azdır. Kan damarı duvarlarının geçirgenliği önlenmiştir. Hastalık da sonuç olarak kontrol altına alınmıştır. Bu çalışma göstermiştir ki kanamalı ateşin hümik asitlerce tedavisi, virüs toksinlerini kontrol etmesi ve bertaraf etmesi mümkün olan hücresel bağışıklık sisteminin bir sonucudur. Hümik asitler transparent asidik enzimlere bir inhibitör olarak hareket etmişler ve onun viskozitesinin azalmasını önlemişlerdir. Hücreler arası sıvıda bakteriyel toksinin yayılması sonuç olarak azaltılmıştır.

Transfer Faktörü ve Hümik asit Faktörü İlişkileri

Transfer faktörü” bilimsel terimi sözlüğe 1956’da konulmuştur. Merriam-Webster’in üniversitelere özgü sözlüğü “transfer faktör“ünü şu şekilde tanımlamıştır: “bağışıklık sistemi için aracılık ederek hücredeki görevini yapan bir limfositin ürettiği ve sakladığı; aynı zamanda da duyarlı hale getirilmiş hücre olarak duyarsız durumdaki limfositin içindeki birleşmenin limfosit üzerinde bağışıklıkbilimi kaidelerini sunduğu bir madde.” Bu uzun tanım ne anlama gelmektedir? Bağışıklık sistemi hücreleri özel hastalık istilacıları ile savaştığı zaman onlar diğer bağışıklık sistemi hücrelerine bir uyarı mesajı gönderen bir madde üretmektedirler. Bu yeni teyakkuza geçirilmiş bağışıklık hücreleri aynı maddeyi üreterek, diğer bağışıklık hücrelerini alarma geçirerek uyarı mesajını hatırlamaktadırlar. Bir kez alarm verildiği zaman bağışıklık hücreleri daima düşmanın kim olduğunu ve ona nasıl hücum edileceğini hatırlamaktadır. Bilim adamları bağışıklık sistemini uyaran bu bilinmez maddeyi tanımlamakta gerçekten güçlük çektiklerinden dolayı onu tanımlamak için basit terim olan “transfer faktörü” deyimini bulmuşlardır. Halen bugün bile bilim adamları bu maddeyi tam olarak anlayabilmiş değildir. Bilim adamlarının bildiği şey şudur: anne bebeğini emzirdiğinde hayatı boyunca bebeğine lazım olacak bağışıklık özelliklerini de geçirmektedir. Bu bağışıklık kolostrum adı verilen ilk sütle transfer edilmektedir. Kolostrumdaki en değerli bağışıklık silahı ise transfer faktörü olarak isimlendirilmektedir.

Transfer faktörü dünyadaki birçok bilim adamı tarafından yıllarca çalışılmıştır. Bu konu ile alakalı binlerce çalışma bulunmaktadır. Henüz bugüne kadar bilim bu maddenin nasıl yapıldığına dair ve gerçekte nasıl çalıştığına dair çok az şey bilmektedir. Fakat, bilim adamları bu maddenin hastalık vücuda musallat olduğunda hayatla ölüm arasında fark yaptığını ve bu farkı oluşturmak için çalıştığını bilmektedirler. Bilim adamları süt, masıl (kesilmiş süt), bireysel hücreleri de içeren kolostrumdan büyük ve tanımlanabilen kısımları çıkardıkları zaman geriye kalanın ultramikroskopik transfer faktörü olduğunu bildirmişlerdir.

Transfer faktörünün en iyi tarifi; herhangi bir şekilde fonksiyonel kalan, DNA olması muhtemel, moleküllerin en ince bölümleri olarak yapılmıştır. Bu bölümlerin Yaratıcının verdiği sırlı güç ile kendi kendine kopyalanarak enerjilendirildiği görülmektedir. İşin ilginç tarafı ise birçok yönde hümik asitlerin sırları ve mekanizmaları üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar tam olarak transfer faktörü üzerine yapılan çalışmalarla paralellik arz etmektedir. Şu ana kadar bildiğimiz, hiçbir bilim adamının doğal olarak bu ikisini yan yana koyup kıyaslamamış olmalarıdır. Hümik asitlerle uğraşan bilim adamları onların da ultramikroskopik maddeler olduğunu bilmektedirler. Bu maddeler en benzersiz bir mesaj nakletme sistemine sahiptir. Nakil sistemi ise hümik asitler canlılarla temas hale geçtiği zaman aktif hale getirilmektedir. Transfer faktörü gibi hümik asitler de bağışıklıkla alakalı tek bir bilgi üzerinden geçirerek hücreleri duyarlı hale getirmektedir. Hümik asitlerin de koruma ve savunma mekanizmalarını aktivite etmede yardımcı oldukları tespit edilmiştir.

Tüm canlı organizmalar enfeksiyonlu hastalıklara karşı korumakla görevli bağışıklığı uyaran maddeler üretmektedirler. Hümik asitleri yaşamış olan canlıların son ürünü olarak anladığımız zaman bu maddelerin nasıl transfer faktörü benzeri maddeler taşıdığını anlamak daha da kolay olacaktır. Her insan, bitki, hayvan ve mikroskobik organizma çürüyerek toprak olacaktır. Bu çürüme işlemi içine canlı iken mikroskobik istilacılara, enfeksiyonlara ve virüslere karşı ürettiği kendi transfer faktörü de girecektir. Çürümenin her döngüsü böyle maddelerin meydana getirilmesine ortam sağlayacaktır. Hümik asitler ise bunların tamamının toplamıdır. Bu bağlamda da tüm canlı yaratıklara savunma koruması mesajları veren tabiatın “ilk sütü” veya “kolostrum”udur denilebilmektedir. Hümik asitler aynı zamanda gıda zincirini bir organizmadan diğerine geçirme kabiliyetine de sahiptir. Tıpkı bir annenin bebeğine ilk sütü ile transfer faktörünü geçirmesi gibi…

Bu iki durum birbirine benzemekte midir? Hümik asitler ve transfer faktörü hakkında araştırmalar arttıkça bu ikisinin ortak noktalarının ne kadar çok olduğu görülecektir.

Referanslar

• U. N. Riede, G. Zeck-Kapp, N. Freudenberg, H. U. Keller, and B. Seubert, Virchows Arch. B Cell Pathol. Incl. Mol. Pathol. 1991, 60(1), 27-34.
• M. Kowalska, A. Denys, and J. Bialek, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 393-395.
• J. A. Madej, J. Kuryszko, and T. Garbulinski, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 397-404.
• Visser, S.A; Effects of humic substances on higher animals and man; the possible use of humic compounds in medical treatments; 1988; which was presented at the International Humic Substances Society meeting in Sevilla, Spain.
• Shenyuan Yuan, Fulvic Acid, 4 (1988); in: Application of Fulvic acid and its derivatives in the fields of agriculture and medicine; First Edition: June 1993
• Inglot, AD; Zielinksa-Jenczylik, J; Piasecki, E; Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz) 1993, 41(1), 73-80)
• Blach-Olszewska, Z; Zaczynksa, E; Broniarek, E; Inglot, AD, Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz), 1993, 41(1), 81-85).
• Jingrong Chen et al, jiangxi humic acid, 2 (1984); in: Application of Fulvic acid and its derivatives in the fields of agriculture and medicine; First Edition: June 1993
• Hartwell, J.L. “Types of anticancer agents isolated from plants.” Cancer Treatment 60: 1031-67.
• Ling, W.H., and P.J.H. Jones. 1995. “Dietary phytosteroils: A review of metabolism, benefits and side effects.” Life Sciences 57: 195-206.

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLER VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ

10 Nisan 2009 Cuma

Hümik Asitlerin Bağışıklık Sistemine Etkileri

Hümik asitlerin en çok heyecan veren konularından birisi de insan vücudunda oldukça güçlü biçimde ve geniş yelpazede bağışıklık sistemini düzenlemesidir. Hümik asitler virüslerin, patojenlerin ve her türlü bakteriyel enfeksiyonun hücumundan sonra vücudun direncini arttırmaktadır. Onlar bağışıklık sistemini desteklemekle kalmaz, aynı zamanda da düzenlemektedirler.

Hümik asitlerin timüs bezinin boyutunu arttırdığı tespit edilmiştir. Timüs bezi ergenlik döneminde oldukça belirgindir. İnsan yaşlandıkça da kısalmakta veya kaybolmaktadır. Bu bezdeki artış doğrudan bağışıklığın, gençliğin ve ömrün artmasına delalet etmektedir.

Bağışıklığın Savunma Mekanizmaları

Hümik asitler birçok güçlü savunma mekanizmalarını içermekte ve desteklemektedir. Limfositleri ve vücudun bağışıklık sistemi ile alakası olan antikorları üretmek için timüs bezinin aktivitesini uyarmaktadır. Hümik asitler ayrıca vücudun makrofaj ve T-hücrelerinin üretimini de aktive edip arttırmaktadır. T-hücreleri yabancı istilacıları yok edip vücuttan atarken makrofajlar da onları tüketmektedirler. Hümik asitlerin granülositleri ve interferon-gamma, interferon-alfa, interferon-beta ile tümör nekroz faktörü-alfa’yı da içeren sitokinlerin üretimini uyardığını insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.

Narin Dengenin Kontrolü

Vücut tarafından üretilen değişik savunma mekanizmaları hümik asitlerce hem uyarılmakta ve hem de kontrol edilmektedir. Hümik asitler dengeyi sağlayarak doğal bir immunomodülatör (bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek maksadı ile kullanılan ilaç) gibi hareket etme kabiliyeti benzersizdir. Bağışıklık sistemini güçlendirmek veya kontrol altında tutmak için insan vücuduna ihtiyaç oldukça takviyeler sunmaktadır. Belirli rahatsızlıklar dış istilacılarca neden olunmamaktadır. Bunlar vücuda kendiliğinden hücum eden bağışıklık sisteminin savunma mekanizması ile olmaktadır. Romatizma, deri veremi (lupus) ve lif dokusu iltihabı gibi otoimmün (doğuştan gelen bağışıklık sistemi) hastalıkları ile oluşan durum buna örnek verilebilmektedir. Bilim adamları virüslerle neden olunan bazı şifası zor hastalıklar da dâhil birçok ciddi hastalığı başarılı biçimde tedavi etmek için bağışıklık sisteminin dikkate alınarak kontrol edilmesi gerektiğini belirlemişlerdir. Şaşırtıcı bir şekilde hümik asitlerin bunu belirli bağışıklık tepkilerini bastırırken ve diğerlerini de arttırırken doğal olarak yaptığı keşfedilmiştir.

Şifası Olmayan Virütik Hastalıklarda Hümik Asitlerin Klinik Etkisi

Son zamanlara kadar Salgın Kanamalı Ateş Hastalığı (Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi gibi) için herhangi bir tedavi bulunmamakta idi. Siklofosfamid ilacı (bağışıklık engelleme ajanı) son zamanlarda şifa olması ümidi ile denenmiştir. Doktorlar bağışıklık sistemini dikkatli biçimde kontrol etmek için onu kullanmayı öğrenmişlerdir. Bu ilaç ayrıca belirli kanser vakıalarında da bir terapi olarak kullanılmaktadır. Fakat, siklofosfamid ciddi yan etkilere sahiptir.

Çin eczacılık ve tıp yöntemleri üzerine eski bir kitap olan ‘Material Medica’da tarif edilen terapiler kanamalı ateş hastalıkların tedavisinde günümüz doktorlarına bir çare olma ümidi vermiştir. Bu sebeple doktorlar enfekte olmuş hastalar üzerinde kapsamlı bir klinik çalışma üstlenmişlerdir. Siklofosfamid iki paralel hastane kliniği çalışmasında hümik asitlerle kıyaslanmıştır. bu çalışamada yaşları 4 ila 78 arasında değişen toplam 178 hasta bulunmakta idi. Hastalardan 100’ü hümik asitlerle tedavi edilirken 78’ine siklofosfamid verilmiştir. Kanamalı ateşin ciddi konumundan dolayı bazı hastalar şoka girmişler, idrar zorluğu çekmişler, hidrosefal (kafatası içinde su birikmesi) olmuşlar veya böbrek problemleri ile karşılaşmışlardır. Böylesine bireysel problemlere uygun acil tedaviler uygulanmıştır. Hastalar vücut sıcaklığı ölçümü, nefes ve kalp atışları, kan basıncı, zehirlilik seviyesi, ateşin derecesi, idrardaki değişim ve trombosit (pıhtı) sayımı yapılarak dikkatlice izlenmişlerdir. Bazı hastalara EKG, beyin omurilik sıvısı testi, karaciğer fonksiyon testi ve kan testi yapılmıştır.

Çalışma sonuçları

Test edilen her kategorideki hümik asit gruplarının ortalama performansı siklofosfamidinkinden bir buçuk günlük çalışma ile daha iyi olmuştur. Normale dönme süresi ise 2 ila 8 gün almıştır. Yüz hümik asit uygulanan hastadan sadece biri ölmüştür. Diğerleri iyileşmiştir. Siklofosfamid uygulanan 78 hastanın ikisi ölmüş, diğerleri iyileşmiştir.

Hümik asitler bağışıklık sistemini düzenleyerek salgın kanamalı ateşi tedavi etme kabiliyeti göstermiştir. Onun tüm terapatik etkilerinin kıyaslaması yapıldığına siklofosfamidden az da olsa daha iyi olduğunu ortaya koymuştur. Doktorlarca yapılan laboratuar çalışmaları hümik asitlerin hücrelerde ve vücut sıvısında bağışıklık sistemini düzenlediğini ve uyardığını, bunun sonucu olarak da bağışıklık fonksiyonlarını normalleştirdiğini veya güçlendirdiğini tespit edilmiştir. Salgın kanamalı ateş ile ilk kez karşılaşan hastaların hücresel seviyelerindeki bağışıklık sisteminin zayıflaması hümik asit kullanımı ile düzeltilebilmiştir. Hümik asitler, T-hücrelerinin aktivitelerinin azalmasından kaynaklanan T-hücre engellenmesini önleyerek hücresel bağışıklık sistemini güçlendirmiştir. Bu da antikorları fazlaca üreten B-hücreleri için riski azaltmaktadır. Vücut sıvısındaki bağışıklık sistemi güçlendirilmiş ve bağışıklık kompleksi azaltılmıştır. Kan damarı duvarları üzerine verilen zarar, kırılganlığın oluşması sebebi ile çok azdır. Kan damarı duvarlarının geçirgenliği önlenmiştir. Hastalık da sonuç olarak kontrol altına alınmıştır. Bu çalışma göstermiştir ki kanamalı ateşin hümik asitlerce tedavisi, virüs toksinlerini kontrol etmesi ve bertaraf etmesi mümkün olan hücresel bağışıklık sisteminin bir sonucudur. Hümik asitler transparent asidik enzimlere bir inhibitör olarak hareket etmişler ve onun viskozitesinin azalmasını önlemişlerdir. Hücreler arası sıvıda bakteriyel toksinin yayılması sonuç olarak azaltılmıştır.

Transfer Faktörü ve Hümik asit Faktörü İlişkileri

Transfer faktörü” bilimsel terimi sözlüğe 1956’da konulmuştur. Merriam-Webster’in üniversitelere özgü sözlüğü “transfer faktör“ünü şu şekilde tanımlamıştır: “bağışıklık sistemi için aracılık ederek hücredeki görevini yapan bir limfositin ürettiği ve sakladığı; aynı zamanda da duyarlı hale getirilmiş hücre olarak duyarsız durumdaki limfositin içindeki birleşmenin limfosit üzerinde bağışıklıkbilimi kaidelerini sunduğu bir madde.” Bu uzun tanım ne anlama gelmektedir? Bağışıklık sistemi hücreleri özel hastalık istilacıları ile savaştığı zaman onlar diğer bağışıklık sistemi hücrelerine bir uyarı mesajı gönderen bir madde üretmektedirler. Bu yeni teyakkuza geçirilmiş bağışıklık hücreleri aynı maddeyi üreterek, diğer bağışıklık hücrelerini alarma geçirerek uyarı mesajını hatırlamaktadırlar. Bir kez alarm verildiği zaman bağışıklık hücreleri daima düşmanın kim olduğunu ve ona nasıl hücum edileceğini hatırlamaktadır. Bilim adamları bağışıklık sistemini uyaran bu bilinmez maddeyi tanımlamakta gerçekten güçlük çektiklerinden dolayı onu tanımlamak için basit terim olan “transfer faktörü” deyimini bulmuşlardır. Halen bugün bile bilim adamları bu maddeyi tam olarak anlayabilmiş değildir. Bilim adamlarının bildiği şey şudur: anne bebeğini emzirdiğinde hayatı boyunca bebeğine lazım olacak bağışıklık özelliklerini de geçirmektedir. Bu bağışıklık kolostrum adı verilen ilk sütle transfer edilmektedir. Kolostrumdaki en değerli bağışıklık silahı ise transfer faktörü olarak isimlendirilmektedir.

Transfer faktörü dünyadaki birçok bilim adamı tarafından yıllarca çalışılmıştır. Bu konu ile alakalı binlerce çalışma bulunmaktadır. Henüz bugüne kadar bilim bu maddenin nasıl yapıldığına dair ve gerçekte nasıl çalıştığına dair çok az şey bilmektedir. Fakat, bilim adamları bu maddenin hastalık vücuda musallat olduğunda hayatla ölüm arasında fark yaptığını ve bu farkı oluşturmak için çalıştığını bilmektedirler. Bilim adamları süt, masıl (kesilmiş süt), bireysel hücreleri de içeren kolostrumdan büyük ve tanımlanabilen kısımları çıkardıkları zaman geriye kalanın ultramikroskopik transfer faktörü olduğunu bildirmişlerdir.

Transfer faktörünün en iyi tarifi; herhangi bir şekilde fonksiyonel kalan, DNA olması muhtemel, moleküllerin en ince bölümleri olarak yapılmıştır. Bu bölümlerin Yaratıcının verdiği sırlı güç ile kendi kendine kopyalanarak enerjilendirildiği görülmektedir. İşin ilginç tarafı ise birçok yönde hümik asitlerin sırları ve mekanizmaları üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar tam olarak transfer faktörü üzerine yapılan çalışmalarla paralellik arz etmektedir. Şu ana kadar bildiğimiz, hiçbir bilim adamının doğal olarak bu ikisini yan yana koyup kıyaslamamış olmalarıdır. Hümik asitlerle uğraşan bilim adamları onların da ultramikroskopik maddeler olduğunu bilmektedirler. Bu maddeler en benzersiz bir mesaj nakletme sistemine sahiptir. Nakil sistemi ise hümik asitler canlılarla temas hale geçtiği zaman aktif hale getirilmektedir. Transfer faktörü gibi hümik asitler de bağışıklıkla alakalı tek bir bilgi üzerinden geçirerek hücreleri duyarlı hale getirmektedir. Hümik asitlerin de koruma ve savunma mekanizmalarını aktivite etmede yardımcı oldukları tespit edilmiştir.

Tüm canlı organizmalar enfeksiyonlu hastalıklara karşı korumakla görevli bağışıklığı uyaran maddeler üretmektedirler. Hümik asitleri yaşamış olan canlıların son ürünü olarak anladığımız zaman bu maddelerin nasıl transfer faktörü benzeri maddeler taşıdığını anlamak daha da kolay olacaktır. Her insan, bitki, hayvan ve mikroskobik organizma çürüyerek toprak olacaktır. Bu çürüme işlemi içine canlı iken mikroskobik istilacılara, enfeksiyonlara ve virüslere karşı ürettiği kendi transfer faktörü de girecektir. Çürümenin her döngüsü böyle maddelerin meydana getirilmesine ortam sağlayacaktır. Hümik asitler ise bunların tamamının toplamıdır. Bu bağlamda da tüm canlı yaratıklara savunma koruması mesajları veren tabiatın “ilk sütü” veya “kolostrum”udur denilebilmektedir. Hümik asitler aynı zamanda gıda zincirini bir organizmadan diğerine geçirme kabiliyetine de sahiptir. Tıpkı bir annenin bebeğine ilk sütü ile transfer faktörünü geçirmesi gibi…

Bu iki durum birbirine benzemekte midir? Hümik asitler ve transfer faktörü hakkında araştırmalar arttıkça bu ikisinin ortak noktalarının ne kadar çok olduğu görülecektir.

Referanslar

• U. N. Riede, G. Zeck-Kapp, N. Freudenberg, H. U. Keller, and B. Seubert, Virchows Arch. B Cell Pathol. Incl. Mol. Pathol. 1991, 60(1), 27-34.
• M. Kowalska, A. Denys, and J. Bialek, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 393-395.
• J. A. Madej, J. Kuryszko, and T. Garbulinski, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 397-404.
• Visser, S.A; Effects of humic substances on higher animals and man; the possible use of humic compounds in medical treatments; 1988; which was presented at the International Humic Substances Society meeting in Sevilla, Spain.
• Shenyuan Yuan, Fulvic Acid, 4 (1988); in: Application of Fulvic acid and its derivatives in the fields of agriculture and medicine; First Edition: June 1993
• Inglot, AD; Zielinksa-Jenczylik, J; Piasecki, E; Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz) 1993, 41(1), 73-80)
• Blach-Olszewska, Z; Zaczynksa, E; Broniarek, E; Inglot, AD, Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz), 1993, 41(1), 81-85).
• Jingrong Chen et al, jiangxi humic acid, 2 (1984); in: Application of Fulvic acid and its derivatives in the fields of agriculture and medicine; First Edition: June 1993
• Hartwell, J.L. “Types of anticancer agents isolated from plants.” Cancer Treatment 60: 1031-67.
• Ling, W.H., and P.J.H. Jones. 1995. “Dietary phytosteroils: A review of metabolism, benefits and side effects.” Life Sciences 57: 195-206.

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLER VE DETOKS

10 Nisan 2009 Cuma

Detoks Maddesi Olarak Hümik-Fülvik Asitler

Detoks veya şelatlama terapisi özellikle metallerden kaynaklanan fazla zehirlerin vücuttan atılması için kullanılan cerrahi olmayan güvenli bir tedavi yöntemidir. Şelatlayıcı maddeler zehirli metalleri ve vücut fonksiyonlarına zarar veren diğer maddeleri bağlamaktadırlar. Ayrıca, bu zehirli maddelerin böbrek vasıtası ile atılmasında vücuda yardım etmektedir. Ağız yolu ile alınan şelatlayıcı maddeler vücudun dokularında sirkülasyonla depolanarak oluşan problemleri de sıkça önlemektedir.

Şelatlama terapisi çok değişik sağlık problemlerini çözmede kullanılmaktadır. Öncelikle, şelatlama maddeleri vücuda değişik şekillerde giren kadmiyum, kurşun ve cıva gibi ağır metallerin bağlanmasında ve vücuttan atılmasında kullanılmaktadır. Dünyada bilinen en güçlü ve doğal şelatlama maddesi hümik-fülvik asitlerdir. Hümik maddeler doğal çevrede organik karbonun en çok bilinen ortak şeklidir. Toprağın ve tortuların bu organik anahtar bileşenleri dünya yüzeyinde oldukça yaygındır. Birçok hümik maddeler kimyasal olarak inorganik maddelere (kil ve oksitlere) yapışmıştır. Hümik maddelerin çok küçük bir parçası toprakta çözeltiler içinde, özellikle alkali şartlarda çözünmüş durumda olabilmektedir. Hümik maddelerin önemli bir özelliği metal iyonları, oksitler ve kil mineralleri ile suda çözünen veya çözünmeyen kompleksler oluşturmasıdır. Ayrıca, hümik maddeler alkenler, yağ asitleri, kapilari-aktif maddeler ve peptisitler gibi organik bileşikler ile reaksiyona girebilmektedir. Toprakta ve turba kalıntılarında oluşan hümik maddeler toprak ve su eko-sisteminde önemli bir rol oynamaktadır. Çiftçiler humatları tohumun hızlı filizlenmesi ve rizom (kök gövdesi) gelişimini ilerletmek için kullanmaktadırlar. Hümik maddeler oksijen naklini uyarmakta, solunumu ivmelemekte ve bitkilerce ihtiyaç duyulan besin maddelerinin kullanımını desteklemektedir. Çiftlik hayvanlarının yemi hümik maddeler ile hayvanların tekrar üretim döngüsündeki iyileştirmeleri, hastalıklara karşı mukavemeti ve büyüme verimi için kuvvetlendirilmiştir. Bu gözlemler, bilim adamlarını humatların özelliklerini çalışmaya ve insan sağlığının gelişmesindeki faydalarını tespit etmeye sevk etmiştir. Hümik maddeler, kimyasal ve yapısal terminolojide bir tek içeriğe uymamaktadır. Bu maddelerin karakterizasyonu zordur. Aiken ve ark. hümik maddeleri şöyle tanımlamıştır: “Doğadan izole edilebilen yüksek molekül ağırlıklı heterojen organik maddelerin doğal olarak oluşan bir kategorisidir. Bu maddeler çözünürlükleri ile tanımlanmaktadır.” Birçok değişik hümik madde tarifi yapılmıştır:

Humus: Suda herhangi bir pH değerinde çözünmeyen hümik maddelerin bir kısmıdır. Bu maddeler çok büyük moleküler boyutlara sahiptirler. Molekül ağırları 300,000 dalton civarındadır. Bu maddede oksijen içeriği %32-34 aralığı ile en düşük seviyededir. Azot içeriği ise %4 ile en yüksektir. Yüksek molekül ağırlığı sebebi ile yüzeylerindeki negatif bakiye yükü güçlü alkali pH’da bile makromolekülleri peptize etmede yetersizdir. Bundan dolayı topraktaki hareketleri koyu konumda iken önemsizdir.

Hümik asit: Hümik maddelerin bazik ortamda çözünen kısımlarıdır. Böylece, onların topraktaki hareketi nötral-asidik-alkali şartlarla sınırlıdır.

Fülvik asit: Hümik maddelerin tüm pH şartlarında çözünebilen kısımlarının ismidir. Fülvik asit seyreltik alkali şartlarda çözünmektedir. Çözelti asidik şartlara dönüşse de çökmeyecektir. Bu maddeler en düşük molekül boyutuna sahiptirler. Molekül ağırlıkları 2000 dalton civarındadır. Fülvik asitler en yüksek oksijen içeriğine (%45-48 civarı) ve en düşük azot içeriğine (sahip maddelerdir. Düşük molekül ağırlığı sebebi ile yüzeyinin negatif bakiye yükü, ortam nötral da olsa hafif alkali de olsa toprakta önemli hareket sağlayarak, makromolekülleri peptize etmede yeterlidir.

Fenolik asit: Çözünürlük bağlamında bu madde tanımlanmamıştır. Fakat, hümik maddelerin bir parçası olarak tarif edilmiştir.

Potansiyel tedavi edici özelliği olan hümik maddelerin iki önemli grubu vardır: hümik asitler ve fülvik asitler. Bilimsel literatür, hümik asitlerin ve fülvik asitlerin tedavi edici özellikleri olan (a) mineral ve iz element emmede olumlu etki sağlayan kabiliyetleri, (b) ağır metal bağlama ve metal zehirlemesini azaltma kapasiteleri hakkında dokümanlar yayınlamıştır. Bu aktiviteler onların metal iyonlarını bağlama ve kullanımını kolaylaştırma kabiliyetlerine atfedilmiştir. Fenolik asitlerin, potansiyel tedavi edici özellikleri bakımından, özellikle metal bağlama kabiliyetleri genişçe çalışılmıştır. Fakat, onların tedavi edici rolü hümik asitlerle kıyaslandığında halen ileri düzeyde bir araştırmaya fenolik asitlerin ihtiyacı olduğu görülmektedir.

Kadmiyum, kurşun ve cıva toplumun maruz bırakıldığı en zehirliler ve çevresel metalik kirlilik oluşturanlar arasındadır. Kadmiyum tüm vücut sistemlerine, ister yutulsun veya isterse teneffüs edilsin, zehirli olmaktadır ve vücut dokularında toplanmaya meyillidir. Yarı ömrü 20-30 yıl olan kadmiyum, bilinen bir merkezi sinir sistemi nörotoksini ve karsinojenidir. Bir kişinin (ortalama 70 kg) günlük kadmiyum alımı, Avrupa ve ABD’de tipik gıda takviyesi olarak 25-60 mgr şeklinde tahmin edilmiştir. Kadmiyuma uzun süre maruz kalma böbrekte zarara neden olabilmektedir. Kadmiyum zehirlenmesi böbrek yetersizliği, yüksek tansiyon, karaciğer yarası ve akciğer sorunlarını da içeren değişik teşhislerde açıklanmıştır. Ayrıca, kadmiyum mineraller için gerekli olan taşıyıcı proteinleri bağlama çekiciliğine sahiptir. Kadmiyum, bakır ve çinkonun bağlanma ve vücutta etkili olarak kullanılma gücünü etkilemektedir.

Yenidoğanların ve bebeklerin sinir sistemi kurşun zehirlenmesine karşı oldukça duyarlıdır. Yetişkinlerde kurşuna maruz kalmanın en önemli etkisi yüksek tansiyondur. Kanın kurşun seviyesi ile yüksek kan basıncı arasında önemli doğrudan bir ilişki kurulmuştur. Bu, 40-59 yaşlarındaki erkeklerin kan basıncında açıkça ifade edilmiştir.

Cıva zehirlenmesi büyük ölçüde görüldüğü vakıaya bağlıdır. Element formundaki ile organik ve inorganik bileşikler değişik zehirlenme özellikleri göstermektedir. Civanın nöro-zehirliliği yetişkinler için en yüksek riski göstermektedir. Metil civanın hamile kadınlarında ceninin gelişimini etkilediği görülmüştür. Birçok çalışma, ağır metal zehirliliğini azaltmada hümik asitlerin mekanizmasını ve rolünü tanımlamak için yürütülmüştür. Bu çalışmalar birbirleri ile çelişen sonuçlar üretmişlerdir. Tavşan barsağında kadmiyum emilişi üzerine hümik asitlerin etkisini belirmek için yapılan bir çalışmada araştırmacılar, metallothionein parçasına kadmiyumun artış halindeki dağılımı ile barsakta kadmiyumun daha düşük bir miktarda emilişine katkıda bulunabildiğini bulmuşlardır. Buradan da kadmiyumun hümik asitlerce bağlanmasının barsak bölgesinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Fakat, barsak hücreleri içine kadmiyum alınmasını etkilemesi yerine, daha ziyade hümik asit hücreler içersinde kadmiyum metabolizmasını etkilemekten sorumlu olabilmektedir. Diğer bir çalışma, hümik asitli kadmiyum komplekslerinin barsak bölgesinde oluşmasını belirlemek üzere tasarlanmıştır. Barsak emilişi ve bu kompleksin dokuda toplanması üzerine gözlenen etkileri ayrıca çalışılmıştır. Evvelki çalışmada tavşanların barsaklarındaki hümik asitin varlığında kadmiyumun azalma halindeki emilişinin aksine, farelerde kadmiyum emilimi bu çalışmada hümik maddelerle etkilenmemiştir. Fakat, kadmiyumun organ dağılımı en yüksek hümik aside maruz bırakılma seviyesinde böbreklerdeki azalan kısmi tutunma ile gösterildiği üzere emilişinden sonra etkilenmiştir.

Hümik-fülvik asitler canlı dokularda (in vivo) metaloproteinlere metalleri taşıma kabiliyetine sahiptir. Bu proteinler zehirlenmeyi önleyerek fazla metal iyonlarını ayırmakta ve metal depolamada bir rol oynamaktadır. Metaloprotein konsantrasyonları en fazla karaciğerdedir. Metaller bu organın metalotionin kısmında toplanmaktadır. Metaloproteinler her insanın dokularında bulunabilmektedir. Kan plazmasında küçük miktarlarda içerilmektedir. Bu proteinler metallerin iyi bir biçimde taşınmasında rol oynamaktadırlar. Hümik-fülvik asitlerin serbest metal bağlama kapasitesi seyreltildiği veya yüksek bir metal humat konsantrasyonu içerdiği zaman, hümik-fülvik asitler bu metali kullanmak veya bağlamak için protein tipi moleküllere transfer edecektir. Diğer bir değişle, şayet serbest metal bağlama kapasitesi yüksekse hümik-fülvik asitler metallerle metaloproteinlere yapışmış veya serbest kompleksler yapacaktır. Ayrıca, bu metallerin vücuttan atılma işlemini de kolaylaştıracaktır. Sonuç olarak, hümik-fülvik asitlerin iyon değişim kapasitesi ve şelatlama özelliği sebebi ile metaloproteinlere benzer bir biçimde hareket ettiği düşünülebilecektir. Metaller metaloproteinlerin bir parçası oldukları zaman biyo-kimyasal reaksiyonları ayarlayabileceklerdir. Öncelikle, araştırmalar gerekli olan mineralleri taşımak için hümik-fülvik asit içeren bir mikroelementin sıvı konsantrasyonun kabiliyeti üzerine odaklanmıştır. Hümik-fülvik asitlerin ağız yolu ile tüketimi altı hafta boyunca her gün sağlanmıştır. Bu yolla kadmiyuma sürekli maruz kalan 31 işçide önemli derecede kandaki kadmiyumda azalma ve idrardaki kadmiyumda da artış olmuştur. Kişilerin çoğunluğunda ilk durumdaki anormal derecede düşük olan serum demir seviyesi artmış ve böbrek ile karaciğer fonksiyonları düzelmiştir. Araştırmalar göstermektedir ki mide-barsak bölgesinden kadmiyum emilimi Zn, Cu, Fe, Se, Ca ve Vitamin C gibi elementlerin temini ile etkilenmiştir. Hümik-fülvik asitlerin bir iyon değiştirici olarak dokulardan alınması için gerekli kabiliyeti şelat formundaki bağlı iz elementlerini serbest hale getirebilmekte ve kadmiyum gibi diğer elementleri elverişli halde bağlayabilmektedir. Aynı zamanda kadmiyumun alımını ve mide-barsak bölgesinde emilişini azaltmak için dokulara gerekli elementler sağlanmaktadır. Karaciğer ve böbrek enzimlerinin gelişimi, mikroelement pozisyonu üzerindeki hazırlığın etkisine ve vücuttaki dengeye atfedilmiştir. Bu durum, daha sonra enzimlerin işlevsel hale gelmesinde büyük bir rol oynayacaktadır. Hümik-fülvik asitlerin iz elementlerin metabolizması üzerine etkisi 51 sağlıklı yetişkin gönüllüde çalışılmıştır. Hümik-fülvik asitlerin iki hafta boyunca ağız yolu ile alımını takiben kandaki kurşun ve kadmiyum seviyelerinde önemli düşüş sağlanmıştır. Ayrıca, hümik-fülvik asitler gıdalardan gelen veya çevresel faktörlerden kaynaklanan kadmiyum ve kurşunun emilişini azaltmıştır. Hümik-fülvik asitlerin kan parametreleri (örneğin, haematocrit, hemoglobin, lökosit sayısı; SGOT, GGT, ALP ile Na, K, Ca, ve P) üzerine önemli bir etkisi olmamıştır. Hümik-fülvik asitlerin faydalı etkileri iş hayatından ve çevresel faktörlerden maruz kalınan ağır metalleri değerlendiren klinik denemelerle yayınlanmıştır. Rutin iş sağlığı kontrolleri için yapılan üç haftalık bir klinik gözlemde 21 kişi genelde bulunan kurşun seviyesinden daha fazlasına sahip olduğu tespit edilmiştir (1 mmol/L’yi aşmıştır. İnsan sağlığı risk limiti 1,5 mmol/L’dur). Kabul edilen insan sağlığı limitini aşan kadmiyum seviyesine (0.08 mmol/L) 26 kişide rastlanmıştır. Günlük ağız yolu ile alınan hümik-fülvik asitleri takiben kandaki kurşun ve kadmiyum seviyelerinde önemli bir azalma gözlenmiştir. Bu kişilerin kan kimyasında önemli veya patolojik değişiklikler olmamıştır. Buna ilaveten, penisilamin gerekmeksizin hümik-fülvik asitler altı yetişkin kişiye arttırılan kurşun seviyesi ile verilmiştir. Uygulama üç hafta sürmüştür. Bu altı kişinin dördü (%66) günlük alımlar sonunda üç haftayı takiben düşük kan kurşun seviyelerine sahip olmuşlardır. Kişilerdeki kurşun seviyesinin düşme hızı penisilamin için rapor edilen ile aynı olmuştur. Hümik-fülvik asit uygulaması yapılan iki hastada hafif yan etki tespit edilmiş ve tedaviye devam edilmemiştir. Bu klinik gözlemlerden elde edilen sonuçlar göstermiştir ki hümik-fülvik asit uygulaması ile insanlardaki ağır metallerin zehirli seviyelerindeki azalmayı açıkça etkilemiştir. İki açık klinik deney daha yapılmıştır. Bu çalışmada gönüllü olarak kurşuna maruz bırakılan hastalara hümik-fülvik asitin yararlı etkileri test edilmiştir. Yüksek kurşuna maruz bırakılan yirmi kişiye altı haftalığına hümik-fülvik asitten 20 ml/gün dozunda verilmiştir. Kurşunun kandaki seviyesi çalışmanın başından beri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında önemli ölçüde düşmüştür. Tedavi boyunca klinik veya kan parametrelerinde değişiklik olmamıştır. İki kişide tedavi bırakılmadan hafif ve geçici ishal rapor edilmiştir. Dört kişide orta halli bulantı ve bir kişide de geçici baş ağrısı tespit edilmiştir. Altmış kişide yapılan diğer bir açık klinik deney de benzer bir şekilde yapılmıştır. Fakat derinlemesine bir sonuç alınamamıştır. Serum kurşun parametrelerindeki değişim, 12 haftalık kullanım süresinin sonunda kullanılmadan evvelki değerlerle kıyaslandığında önemli olmuştur. Bu denemenin sonuçları kurşuna maruz bırakılan gönüllülerdeki hümik-fülvik asitin altı haftalık uygulanmasındaki kadar derinlemesine olmamıştır. Kandaki kurşun seviyesini düşürmek önemli olmasına rağmen kişilere verilen hümik-fülvik asitin dozunun düşük olması sebebi ile daha uzun zamanlı tedaviye ihtiyaç bulunmaktadır. Test edilmiş laboratuar parametreleri (kan serumu, rutin laboratuar testleri, karaciğer ve böbrek fonksiyonları ve idrar tahlilleri) hümik-fülvik asitin tavsiye edilen dozda güvenliğini sağlayarak önemli değişiklikler göstermemiştir. Önceki ilk iki çalışmadan elde edilen veriler göstermiştir ki serum veya kandaki kurşun seviyesi ne kadar yüksekse, bu parametrelerdeki düşüş o kadar çok olmuştur. Ayrıca, iş hayatından kaynaklanan kurşuna maruz kalmanın tedavisi hümik-fülvik asitin 20 ml/gün dozunda oldukça etkili gözükmektedir. Hümik-fülvik asitlerin ağır metal şelatlama üzerine yararlı etkileri hayvanlar üzerindeki çalışmalarla da teyit edilmiştir. Ayrıştırılmış hümik asit kullanılarak yapılan bazı çalışmalar göstermiştir ki barsakta kadmiyumun emilişini ve dağılımını hümik asit etkilemektedir. Hümik-fülvik asitler kullanılarak yapılan ilave çalışmalar, hümik-fülvik asitlerin ağır metalleri bağladıklarına dair destek sağlamışlardır.

Hümik-fülvik asitlerin emiliş ve izotop etiketli stronsiyum kloritin işbirliği üzerindeki etkisi de yayınlanmıştır. Hümik-fülvik asitler sadece stronsiyumun emiliş hızını yavaşlatmaz, aynı zamanda bu zehirli elementin idrar yolu ile atılmasını da etkilemektedir. Hümik-fülvik asitlerle beslenen hayvanlarda stronsiyumun idrarla atılması daha az yoğunluktadır. Hümik-fülvik asitlerin bulunduğu ortamda toksik elementin emilişinin daha az olduğunu otoriteler bildirmişlerdir. Aynı etki kadmiyum ve kurşuna maruz bırakılan insanlar için de tespit edilmiştir. Bu metallerin idrar ölçümlerinde görüldüğü üzere gıda ve çevresel faktörlerden gelen kadmiyum ve kurşunun emilişi hümik-fülvik asitlerce azaltılmıştır. Ayrıca, insanlarda idrarda kurşun ve kadmiyum değerleri hümik-fülvik asitlerin uygulanması süresince artmıştır.

Referans

 

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLERİN TIPTAKİ BAZI UYGULAMALARI

10 Nisan 2009 Cuma

Tıbbi Mülahazalar ve Hümik Maddelerin Uygulamaları

Yazarlar : Prof. Dr. Renate Klöcking & Dr. rer. nat. Bjorn HelbigInstitute for Antiviral Chemotherapy, Friedrich Schiller University, Jena, Germany

1- Takdim.

Doğadaki en büyük karbon rezervlerinden birini oluşturan hümik maddeler birçok değişik kaynaktan meydana gelebilmektedir. Örneğin, hümik maddeler mikroorganizmalardaki biyosentetik yolların bitiş ürünleri, bitkilerdeki değişim ve bozulma ürünleri ile kahve kavurma gibi kavurma işletmelerinde meydana gelen polimerler olarak oluşabilmektedir. Şaşırtıcı olarak, hümik maddelerin yüksek UV emmesinden sorumlu olan kahverenklerinin yanı sıra, hümik maddelerin polimerleri birçok özelliklere sahiptir. Düşük moleküler ağırlıklı organiklerle ve inorganik bileşiklerle olduğu kadar diğer biyopolimerlerle reaksiyona girme ve metallerle şelat kompleksleri oluşturabilme kabiliyeti buna örnek verilebilir. Birçok değişik parçalardan oluşan yapısı, karboksil ve hidroksil grupların komşuluğu, indirgeme-oksitleme ve çözme-birleştirme potansiyelleri hümik maddelerin birçok önemli özelliklerinden bazılarıdır. Bu durum, hümik maddelerinin dünya yüzeyinin önemli biyojeokimyasal parçası olduğunu göstermeğe yetmektedir. Bu maddelerin geleneksel kullanımı olan yakıt ve organik gübrenin yanı sıra, hümik maddeler tıbbi malzemeler için hammadde ve ayrıca özel endüstriyel ürünlerin sentezlenmesinde başlama materyalidirler.

Bu bölümde hümik maddelerin tıbbi ve veterinerlik uygulamaları üzerine odaklanacağız. Bunu çevre sağlığının birçok mülahazalarını bir tartışma ile izleyeceğiz. Son olarak, hümik maddeler türü alışılmışın dışında biyopolimer hazırlamanın ihtimalleri ve onların potansiyel kullanımı ile uygulamaları üzerine ileriye bir bakış yapıcağız.

2- Tarihsel özeti.

Turbanın (peat) çamur terapisi (balneoterapi) olarak kullanımı, hümik asitlerin en önemli tıbbi uygulamasını hacmine, geniş alanda tedavi edici özelliğine ve geleneğe bağlı olarak göstermektedir. Hümik maddece zengin olan ağırlıklı çürümüş orman turbası, çamurun faydasını bilen yerlilerince Babil’de ve Roma imparatorluğunda çok uzun zaman önce tedavi amaçlı kullanılmıştır (Priegnitz, 1986). Sağlık kliniklerinin spesiyalitesi olarak çamur banyoları 19 cu yüzyılın başlarında Avrupa’da önerildi. Çamur tedavisi için geleneksel uygulamalar jinekolojik ve romatizmalı hastalıklar olmuştur (Baatz, 1988; Kleinschmidt, 1988; Kovarik, 1988; Lent, 1988). Turba hamuru içeren çamur banyolarının yanı sıra, içme kürleri kadar askıda turba malzemeli banyolar daha sonraları özellikle gastrit, bağırsak veya karaciğer hastalıklarında uygulanmıştır (Kallus, 1964). Almanya’da sağlık kliniklerinde sıkça önerilen turba tedavisi uygulamaları Tablo 1’de özetlenmiştir.

Bu uygulamalar değişik kas-iskelet, jinekolojik ve deri rahatsızlıklarını içermektedir. Kötü huylu tümörler kadar akut iltihaplar ve enfeksiyona bağlı rahatsızlar kontrendikasyonlar olarak dikkate alınmaktadır. Yüksek sıcaklıktaki turba tedavisinin ilk etkisi, emsalsiz derin hipertermidir (aşırı vücut ısısı). Bu ısı kan sirkülasyonunu ve tedavi edilen hastanın tekrar yenilenme işlemini geliştirmektedir. Derin sıcaklık çamur banyosunun özel fiziksel yoğunluğu ile meydana getirilmektedir. Düşük sıcaklıklı turba terapisi için tedavi edici etkiler rapor edilinceye kadar (Balasheva ve Gadzhi, 1971), hümik maddeler (ve muhtemelen diğer kimyasal bileşikler) hem kimyasal ve hem de biyolojik etkileri ile iyileştirme gücüne katılması ciddi olarak önerilmiştir. Son çalışmasında Bellometti et al. (1997), osteoartrit (kıkırdağın ilerleyen bozulması ile karakterize edilen romatizmal bir hastalık) üzerine çamur banyosu terapisinin olumlu etkisini gösterebilmiştir. Turba tedavisinin, interlukin-1 (IL-1) ve tümör nekroz faktörü alfa (TNF-a) gibi iltihap işaretleyicilerinin seviyesi kadar, kondrosit (kıkırdak hücresi) yapısını etkilediği gösterilmiştir. Iubitskaia ve Ivanov (1999), osteoartrit hastalarının balneoterepiye ilave hümik asit katkısını açıkça göstermişlerdir. Turba yerine sodyum humat kullanmanın ağrı giderici, iltihap giderici ve yağ hafifletici etkilerini ortaya koymuşlardır. Ayrıca, hümik asitin düşük konsantrasyonu ve diğer çamur faktörlerinin etkilerinin kaybolması nedenleri ile sodyum humat işlemlerinin hastalarca iyi tolere edildiği ispatlanmıştır.


Çamur banyosu yapılırken hastaya verilen hümik maddelerinin ne dereceye ve ne kadar olduğu sorusu halen cevap beklemektedir. Sıcaklık, iyonik mukavemet ve pH değeri gibi uygulama şartlarının çamur terapisinin gücünü etkilediği düşünülmektedir.

3- Tıptaki uygulamaları ile hümik maddelerin farmakolojik etkileri.

Turba tedavisi ile yapılan dikkate değer olumlu tecrübelere rağmen, turba bileşenlerinin farmakolojik ve psikolojik etkilerinin elverişliliği hakkında sadece sınırlı bilgiler mevcuttur. Fakat, hümik maddelerin biyolojik etkilerinin tarafımızdan anlaşılması son on yıl boyunca ciddi olarak artmıştır. Bu biyolojik etkilere anti-viral aktivite, kanın koagulasyonu ve fibrinolizi üzerine etkileri, östrojenik aktivite ve çevresel olarak zararlı maddelerle toksikolojik bakımdan reaksiyonu sayılabilir. Bu bölümde hümik asitlerin tedavi edici kullanımları hakkındaki etkilerini tartışacağız.

3.1- Anti-viral aktivite (virüs yok edici özelliği).

Hümik maddelerin anti-viral etkileri üzerine çalışmalar, tavuk gübresi içeren turba tozu vasıtası ile oluşan ayak ve ağız hastalıklarına karşı başarılı mücadeleden sonra başlatılmıştır (Schult, 1962, 1965). Başlangıç olarak Koksaki A9 virüs (Enterovirüs cinsinden RNA virüsüdür. Üst solunum yolu ve gastrointestinal sistem yolu ile girer. Mukozo ve mukozo altı lenfoit dokuyu enfekte eder. İnsan tek doğal kaynaktır. A ve B tipleri vardır. Koksaki A el-ayak-ağız hastalığı, yeni doğan ishali gibi problemler yapar.), grip A virüs ve herpes simpleks virüs (HSV-1) (Sinir hücrelerine yerleşen bu virüs, birçok insanda görülen uçuk sebebidir. Bağışıklık sisteminin zayıfladığı durumlarda etkin hale geçer. Uçuk virüsü, bulaşıcıdır. Gelişimini baskılamak üzere uçuğun ilaçla tedavisi mümkündür. Uçuk virüsü, 180-250 nm boyundadır. Genetik materyali DNA’dan oluşur. İnsanların %80 inin hayatlarında en az bir kez uçuk geçirdiği araştırmalarla görülmüştür.) ile yapılan in vitro (canlı organizmanın dışındaki suni ortam) çalışmaları, hem açık hem de zarflı DNA virüslerine karşı hümik maddelerin etkili olduğunu ortaya koymuştur (Klöcking ve Spröbig, 1972, 1975; Thiel et al., 1977). Polifenolik bileşiklerden elde edilen sentetik hümik asitler için de aynı durum geçerlidir. Hatta bazı durumlarda doğal hümik asitlere nazaran etkileri daha fazladır (Thiel et al., 1976, 1981; Klöcking et al., 1983; Eichhorn et al., 1984; Hils et al., 1986). Anti-viral olarak en çok etkili olan sentetik polimerlerden biri, kafeik asitin oksidasyon ürünüdür (KOP). KOP’un in vitro’da HSV-1 üzerindeki etkisi, doğal olarak oluşan turba hümik asiti ile kıyaslanarak Şekil 1’de gösterilmektedir. Daha gelişmiş araştırmalar hümik asit türü polimerlerin HIV-1, HIV-2, sitomegalovirüs (CMV) ve vaccinia virüsünü önlediğini teyit etmişlerdir (Schols et al., 1991; Neyts et al., 1992). Poliovirüs tip 1, Semliki orman virüsü, parainfluenza virüsü tip 3, reovirüs tip 1 ve Sindbis virüs türlerine karşı herhangi önleyiciliği bulunamamıştır.


Adenovirüs tip 2 ve ECHO virüs tip 6 doğal hümik asitlere ya az tepki göstermiş veya hiç göstermemiştir. Tablo 2’de hümik asit ile benzeri polimerlerin yarı-maksimum anti-HSV-1 inhibe konsantrasyonu (IC50) ve yarı-maksimum sitotoksik konsantrasyonları (CC50) özetlenmiştir.



Hümik asit ve benzeri sentetik polimerlerin herpesvirüsün çoğalmasının erken safhası üzerindeki etkileri hayvan deneyleri ile teyit edilmiştir. HSV-1 enfekteli tavşanın kornea tabakasındaki yara sayısı hümik asit benzeri polimer olan KOP (%1) çözeltisi, enfekte ajanından hemen sonra göz kapakçığına uygulandığı zaman ciddi olarak azalmıştır. Fakat, KOP, 1 ve 24 saat sonra uygulamanın ardından yaranın gelişimi üzerine herhangi bir etkisi olmamıştır (Klöcking et al., 1994). Bugün ki ilgi ise hümik asit tipi maddelerin nüks eden HSV enfeksiyonu üzerine profilaktik etkisine yoğunlaşmıştır. KOP’un yüzeysel uygulaması deneysel olarak, fare kulağında önemli ölçüde yayılmış olan herpesi, mekanizması tam olarak açıklanmasa da, ya tamamen bastırmış veya azaltmıştır (Dürre ve Scindler, 1992).

Hidrokuinondan sentezlenmiş düşük moleküllü hümik asit benzeri bir polimer (HS 1500 Mol. Ağ. = 1500 dalton) kuvvetli biçimde in vitro HIV-1’i engellemiştir (Schneider et al. , 1996). Aksiyonun mekanizması üzerine çalışmalar konakçı hücreler içine giren virüsü anti-HIV-1 hareketinin hedefi olarak ortaya çıkarmıştır. HS 1500, Draize’e göre göz tahrişini içeren ön klinik testlerin bir panelini geçmiştir. Hassasiyet ve tahriş edici etkileri %10 hümik asite kadarki konsantrasyonlarda ölçülememiştir (Wiegleb et al., 1993; Lange et al., 1996a,b). Euphorbiacae şurubundan özümlenen SP-303, anti-viral özellik gösteren bir başka fenolik polimerdir. Bu polimer parainfluenza virüsü tip 1, solunum syncytial virüsü, grip A ve B virüsleri gibi virüslerin solunumlarını engellemektedir (Gilbert et al., 1993; Wyde et al., 1993). Kan yuvarlarının birleştirilmesi (hemagglutinasyon) ve diğer çalışmalar göstermiştir ki SP-303 en azından kısmi olarak virüsle doğrudan veya konakçı hücrenin yağ zarları ile etkileşim göstererek virüsleri hareketsiz kılmaktadır. Anti-viral konsantrasyondaki SP-303 interferonu (hücrelerin virüslere karşı oluşturdukları özel savunma maddesi) uyarmamış veya virüs yapışmasını önlememiştir. Fakat, konakçı hücreler içine RSV girişini yok etmiştir. Grip A/HK virüsü enfekte edilmiş fareye ve RSV enfekteli pamuk tavşanlarına karşı küçük partiküllü aerosol şeklinde verilen SP-303 (0,5-9,4 mgr/kg/gün) 3-4 gün boyunca farelerin ömürlerini uzatmıştır. Birlikte alınımında sonuçlar göstermiştir ki hümik maddeler viral hastalıkların tedavisinde terapatik kullanımdan ziyade profilaktik (hastalıktan koruyucu) kullanımı adaylara ümit vermektedir.

3.2- İltihap giderici etkisi.

Turba terapisinin değişik iyileştirme etkileri hümik maddelerin iltihap giderici hareketine dayandırılmıştır. Taugner (1963) tavşan patisindeki ödem modelinde göstermiştir ki sodyum humat ciddi olarak tedavi uygulanmayan kontrol denekleri ile kıyaslandığında değişik ödemlerin gelişimini engellemiştir. Klöcking et al. (1968) tarafından aynı modelde bulunduğu üzere, turba suyundan ayrıştırılan amonyum humat sodyum humatın iltihap giderici etkisini geçmiştir. Ayrıca, asetilsalisilik asit ve aminofenazondan amonyum humatın etkisi iki kat daha fazladır. Amosova et. al. (1990), Tambukan terapatik çamurundan elde ettiği hümik asitin biyolojik aktivasyonunu incelerken hümik asitin (10 mg/kg) iltihaplanma fazlarından olan eksudayı (%44 ile) ve proliferasyonu (%50-55 ile) bastırdığını bulmuştur.

Hümik maddelerin iltihap giderici etkisi inandırıcı bir biyokimyasal açıklama ile desteklenmiştir. Schewe et. al. (1991) tarafından gösterildiği üzere, doğal olarak oluşan hümik asit ve daha çok sentetik hümik asit benzeri polimerler arachidonik asitin (AA) lipoksijenaz gidiş yolunu önlemiştir. AA hücre zarının ayrılmaz bir parçasıdır. Ayrıca, AA leukotriene, thromboxane ve prostacyclin gibi eicosanoid temelli iltihap aracılarının sentezi için substrattır. Son zamanlarda değişik birçok sentetik hümik asit benzeri polimer kadar sodyum humat da insan promonositik U937 hücrelerinin ısı ile (42°C, 6 saat) AA salınımını bastırmak için kullanılmıştır (Dunkelberg et al., 1997; Klöcking et al., 1997). AA salınımının engellenmesi 3,4-DHPOP (%96) ve 3,4-DHTOP (%92) polimerlerinin zehirli olmayan konsantrasyonu ile (20 mg/mL) tedavi edilen hücrelerde çokça telaffuz edilmiştir. CHOP, sodyum humat, KOP ve BOP %65-90 oranında membran zararından hücreyi korumuşlardır. Bu bulgular hümik asit tipi maddelerin zar koruyucu aktiviteleri için bir gösterge olabilmektedir. 5-lipoksijenaz enziminden farklı olarak, fosfolipaz A2 (domuz pankreası), AA kademesinin anahtar enzimini sınırlayan oranı, kuvvetli biçimde düşük hümik asit konsantrasyonunda (0.1-1 mg/mL) aktive edilmiştir. Yüksek hümik asit konsantrasyonlarında ise ya normalize olmuştur veya yavaşça engellenmiştir (Klöcking et al., 1999).


Şekil 2, hidrokafeik asitin oksidasyon ürünü olan HYKOP için doz-tepki eğrisinin tipik konsantrasyona bağlı durumunu göstermektedir. Doz-tepki eğrisinin şekli, PLA2 aktivitesi üzerinde düzenleyici bir etki elde etmek için hümik maddeleri önermektedir. İltihap üzerinde hümik maddelerin değişik moleküler ağırlıklarının etkisi hakkında çok şey bilinmemektedir. Ön-iltihap aktivitesi, sentetik düşük moleküler ağırlıklı HS 1500 (1500 Dalton ağırlığındaki hümik maddeler) ile birleştirilerek bulunmuştur. HS 1500 TNF-a’ya benzeyen insan nütrofillerini hareke geçirmektedir. (Zeck-Kapp et. al., 1991). Liang et. al. (1998), tavşan eklemsel kondrositlerini araştırırken ticari Aldrich hümik asitlerinin (100-500 mg/mL) etil asetat fraksiyonunun bir engelleyici etkisi olduğunu göstermiştir. Hücre yaralanmaları, öncelikle H2O2’ye dönüştürülen üretiminin bir sonucu olduğuna inanılmıştır. Bunun sonucu olarak, hücre nekrozu ile izlenen yağ peroksidasyonu başlatılmaktadır.

Elektron verici-alıcı sistemi olarak hümik maddelerin fonksiyonuna istinaden Jurcsik (1994) hümik maddelerin tavrını ‘tamponlama etkisinin’ sonucu olarak değerlendirmiştir. Bu şu anlama gelmektedir; hümik asitler aktif oksijeni bağladıkları kadar onu üretebilme kabiliyetine de sahiptir. Kanserli hücrelerin öldürülmesi ve yara iyileştirilmesi üzerinde hümik maddelerin tatmin edici etkisi için bu düzenleyici sistemin önemli olduğu farz edilmiştir (Jurcsik 1994).

3.3- Kan koagülasyonu ve fibrinoliz üzerine etkisi.

İkincil yapışmaları ve tekrarlanan yumurtalık kapanmalarını önlemek için ameliyat sonrası bakım kadar döl yatağı borusu ve yumurtalığa ait iltihaplardan sonra füzyon terapisi ve hastalık gelmeden yapılan bakım turba terapisinin önemli tedavi şekillerindendir. Füzyona (kaynama), fibrinin çözünebilir fibrine bozulmasını ameliyat sonrası olarak azaltılması ile neden olunmaktadır. Karnı yarılmış tavşanlarda Mesrogli et. al. (1988) tarafından gösterildiği üzere turba özütlerinde ameliyat sonrası banyolar, turba hamuru veya hümik asit açık bir yapışma-önleme etkisine sahiptir. Bu etkinin muhtemel açıklaması, doku tipi plasminojen aktivatörünün (t-PA) hümik asitlerin neden salıverme sebebi ile aktifleşmiş fibrin bozulması olabilir. t-PA antitrombotik (kanın pıhtılaşmasını engelleme) müdafaa mekanizmasının düzenleyicisi olarak kabul edilmektedir. t-PA plasmonojeni plasmine dönüştürmektedir. Bu durum da çözünmez fibrini çözünebilir fibrinojen ürünlerine bölmektedir (Klöcking, 1991). Buna ilaveten, hümik asit, koagülasyon enzimi thrombini engellemektedir. Böylece, fibrinojenden fibrin monomeri oluşumunu bastırmaktadır (Klöcking, 1994; Klöcking, 1999). Diğer polianyonik bileşiklerle kıyaslandığında (heparin, pentosanpolisulfat), hümik asitlerin antikoagulant etkisi daha az ifade edildiği bulunmuştur.

3.4- Östrojenik etkisi.

Aschheim ve Hohlweg (1933) tarafından turbanın bitümen kısımlarındaki östrojenik maddelerinin ilk olarak belirlenmesinden bu yana, östrojenik maddelerin doğasını tanımlayan teşebbüsler yapılmıştır. Steroid hormonların turbanın colpotropik (vajinal ve servikal-rahim epitelyası) etkisinden sorumlu olduğu varsayımı kimyasal analizlerle ciddi olarak teyit edilmiştir. Sonuç olarak, turbanın östrojenik aktivitesine, çözünebilir yağ hormonlarının ilavesi ile, diğer turba bileşiklerinin katkısının olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. ICR’daki (USA Kanser Araştırma Enstitüsü) fareleri kısırlaştırma çalıştırmaları hem doğal turba hümik asitleri ve hem de sentetik hümik asit benzeri polimerler Allen-Doisy testinde pozitif olduğunu göstermiştir (Klöcking, 1992). Sodyum humatın östrojenik aktivitesi estriol (gebe kadın idrarında bulunan östrojenik bir madde) standart testinde 1/3000 olduğu tespit edilmiştir. Kuru turbanın hümik asit içeriğine işaret ederek, bataklık turbasının östrojenik aktivitesinin 5000 kez daha yüksek olduğu varsayılmıştır. Turbanın östrojenik aktivitesinden sorumlu kısımlarının tartışması sürmesine rağmen sonuçlar, hümik asitin -deriye geçiş yapabilen sağlanmıştır- turbanın östrojenik etkisine katkısı olabileceğini önermiştir. Bu bulgular, ayrıca, hümik maddelerin dermatoloji ve kozmetikte kullanımı için ipuçlarına sahip olduğunu göstermektedir.

4- Hümik maddelerin veterinerlik-tıbbi uygulamaları.

Veterinerlik hekimliğinde hümik maddeler, küçük hayvanlarda gastro-intestinal (mide-barsak) hastalıkları öncesi ve tedavisinde başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Ayrıca, hümik maddeler zehirlenmeleri önlemek için antidote (panzehir) olarak verilmiştir (Kühnert et al., 1989). Gastro-intestinal bölgede zehiri absorplamak üzere muhtemelen metabolize etmek ve bağlamak için hümik asitler, 3-5 gün boyunca ağız yolu ile %20-30 sulu çözelti veya 0.5-1.0 g/kg günlük iki dozda suspanse olarak verilmiştir (Kühnert et al., 1977). Rıdvan (1977) tarafından gözlenildiği üzere, %0.1’lik hümik asit konsantrasyonu önemli ölçüde farelerde kurşun ve kadmiyumun içeri alınmasını azaltmıştır. Sonuçta da ağır metal zehirlenmesi minimize edilmiştir. Fare deneyleri göstermiştir ki ağız yolu ile alınan kurşun humat, kurşun asetattan daha az zehirli olmuştur (Klöcking, R., 1980). Aynı bileşiklerin parenteral (barsak dışındaki uygulamaların tümü) tatbiklerin olumsuz sonuçları elde edilmiştir. Açıkçası, uygulama şekli hümik maddelere bağlanan metalin zehirli olup olmadığına karar vermede önemli bir faktördür.

5- Hümik maddeler ve çevre sağlığı.

5.1- Mutajenlik

Hümik maddelerin doğada genişçe yaygın olması ve yüzey suyunda bulunmasından dolayı onların genotoksik (genlerin zehirlenmesi) potansiyeli üzerine yapılan çalışmalar doğrulanmıştır. Özellikle, hümik maddeler içeren içme suyundaki ozonlaşma ve klorlamamın yan ürünlerinin bakteriyel gen zehirlenmesi testlerinde oldukça aktif olduğu bilinmektedir (Meier et al.,1987; Meier, 1988). İçme suyu numunelerine taşınan mutagenik çalışmalar göstermiştir ki MX (3-kloro-4-diklorometil-5-(5H)-furanone), tespit edilen mutasyonun %20’sinden sorumlu olan temel klorlanmış ürünlerden biridir (Holmborn, 1984; Kronberg et al., 1985, 1991). Fakat, in-vivo (yaşayan dokular üzerinde) mutasyonluk testleri, özellikle furanonların kararsızlığı ve güçlü reaksiyona girme durumları sebebi ile çelişkili sonuçlar sunmuştur (Dayan, 1993). Furanonlar ayrıca gıdalarda da olmaktadır. Burada temelde furanonlar ısıtma boyunca şekerler ve amino asitler arasındaki Maillard reaksiyonlarının bir sonucu olarak görülmektedirler. Ayrıca, onlar meyvelerin tozlarında ve insanlar için gerekli bir anti-oksidant gıda maddesi (askorbik asit, vitamin C) olarak önemli rol oynamaktadırlar (Colin-Slaughter, 1999). Furanonların bakterilere karşı mutajenik olmasına ve laboratuar hayvanlarında DNA’ya zarar vermesine rağmen bu maddeler, pratikte, azoksimetan veya benzo[a]piren gibi bilinen kanser azaltıcı maddelerle işlenen hayvan diyetlerindeki etkili anti-karsinojen ajanlardır. Ayrıca, Cozzi et. al (1993), De Simone (1993) ve Ferrara et al. (2000) tarafından hümik asitlerin mutajenik aktivitesinin olmadığının delili rapor edilmiştir.

5.2- İyonlaştırıcı ışınlamaya karşı koruma

Oris et al. (1990), 1 ila 7 mg/mL oranındaki çözünmüş hümik maddelerinin önemli düzeyde balıkta (pimephales promelas) ve planktonik kabuklularda (daphnia magna) akut biçimde foto olarak harekete geçirilmiş zehirliliği azaltmıştır. Bu olay çözünmüş hümik maddelerle solar UV radyasyonunun aktif dalga boylarının zayıflatılması ile açıklanmıştır.

Dişi Wistar tavşanlarında dış vücudun tamamının 60Co gamma ışınlaması ile neden olunan yaralanmaya hümik asitlerin koruyucu bir etkisi World Patent Application (WO 9858655) rapor edilmiştir. Topografik (yöresel) ve paleobotanik (fosil bitkileri) nitelenmesi ile standart hale getirilmiş 3000 ila 7000 yıllık bataklık turbasından hümik asitler ekstrakte edilmiştir. Buradan yapılan hümik asit çözeltisi (240 mg/hayvan/gün), ışınlamadan (7 Gy) önce 7 günlüğüne ve bunu takiben aynı dozda ışınlamadan sonra 4 hafta ilave ederek 190-220 gram canlı ağırlıktaki dişi Wistar tavşanlarına midelerine boru sokularak (tübaj) uygulanmıştır. Hümik asit uygulanan hayvanlarda kan hücrelerinin oluşması (hemopoietik) sisteminde herhangi bir yaralanma olmamıştır. Hümik asitlerin düşük dozları (90 mg/hayvan/gün) ayrıca etkili olmuştur. Hümik asit içeren preperat, kaza sonucu ortaya çıkan radyasyon etkileri vakıalarında kan hücrelerinin oluşması (hemopoietik) sisteminin yenilenmesini ve muhtemelen kemoterapi nedeni ile oluşan yaralara karşı hafifletmeyi amaçlamıştır.

60Co gammanın ölümcül dozları ile ışınlamasını izleyen 5-10 dakikada mongrel deney tavşanlarına tek doz olarak verilen sodyum humatın tedavi edici etkisi 60 gün sonra hayvanların %43’ünü yaşamasına neden olmuştur (Pukhova et al., 1987).

Radyasyonun neden olduğu yaralara karşı koruma ve doku yenilenmesi üzerine destekleyici etkisine ilaveten, hümik asitler dolaylı olarak, örneğin, polisiklik aromatik hidrokarbonların foto-aktivasyonu önlemesi ile zehirlemeyi önleyici etkiler göstermektedir. Nikkila et al. (1999) tarafından gösterildiği üzere, hümik asitler doza bağımlı biçimde planktonik kabuklulara (daphnia magna) UV-B-ışınlanmış pirenin (pyrene) zehirliliğini azaltmıştır. Bu etki, su içine ışığın girişinin azalarak kaybolması ile çözünmüş pirenin foto-modifikasyonda azalması nedeni ile olacağı varsayılmıştır.

5.3- Blackfoot Hastalığı

Yeşilimsi-mavi flüoresan (ışık çıkaran) hümik maddeler ve/veya arseniğin yoğun konsantrasyonunu içeren artezyen içme suyu Blackfoot hastalığının (BDF) etiolojik faktörlerinden biri olarak işaret edilmektedir. Bu problem bölgesel olarak (endemik) Tayvan’ın güney-batı sahilinde olmaktadır (Lu, 1990). Tıbbi olarak, BFD damarın dış yüzey bozukluğudur. Belirtileri arterio-sclerosis obliteransa (iskemik kutanöz ülser, kangren, alopesiye neden olan atrofik değişiklikler, kalın veya istrofik ayak tırnağı değişiklikleri ve deride soğuklukla seyreden obstrüktif arteriyel hastalıktır) ve thrombotik vaskülopatiye (damarda kanın pıhtılaşması sonucu iltihaplanma derecesi düşük damar duvarı bozukluğu) benzemektedir. Bu hastalık deneysel olarak farede en az 10 gün kullanımda günlük dozu 5 mg/20 gr canlı ağırlıkta ışık geçiren hümik maddeleri vererek harekete geçirilmiştir. Bu hastalığın patojeni tam olarak henüz tespit edilmemiştir. Saflaştırılmış ticari hümik asit ile yapılan in-vitro çalışmaları 50-100 mg/mL hümik asit konsantrasyonunda, muhtemelen oksidatif stresin yenilenmesi sebebi ile, insan eritrositlerini yok ettiğini ortaya çıkarmıştır (Cheng et al., 1999). Son olarak, Gau et. al. (2000), hümik asitle ön tedavi yapılmış insan göbeğine ait toplardamar endotelyal hücrelerde harekete geçirilmiş NF-kB tanımlı lipo-polisakkaritin engellenmesini göstermiştir.

6- Perspektif

İnsan sağlığı kalitesinde hümik maddelerin etkisi, gelecek araştırma çalışmalarının en önemli maddesi olarak artan bir biçimde farkına varılmaktadır. Moleküler yapıda ve hareket mekanizmasında amaç edilen hümik madde araştırmaları fizik, analitik, çevre, gıda, hücre biyolojisi, moleküler genetik, eczacılık ve zehir bilimi gibi farklı alanlarda özelleştirilmiş çalışmaları ihtiva etmektedir.

Bu çalışmada altı çizildiği üzere, hümik maddelerin doğal olarak oluşan bir kısmı veya sentetik olarak hazırlanmış biopolimerleri bir hayli etkili ilaç potansiyeline sahiptir. Sonuç olarak, balneoterapide (çamur tedavisi) ve veteriner hekimlikte turbanın klasik kullanımına ilaveten gelecekte sentetik hümik asit benzeri polimerler kadar izole edilmiş hümik maddelerin uygulaması ciddi bir rol oynayabilir. Anti-viral olarak aktif ajanlar, ağır metal bağlayıcı bileşikler, zehirli kimyasalları bağlayıcı ve iyonize olan ışınlamaya karşı koruyucu maddeler gibi özel fonksiyonlara yöneltilen hümik asit benzeri maddeler içine konulabilecek bir çok fenolik maddeler vardır. Fakat, hümik maddelerin tedavi edici maddeler olarak kullanımı farmakolojik bağlamında ispat edilmiş tesir, zehir bilimi açısından güvenlik standartları ve açıkça izah edilmiş kullanılacak preperatın kimyasal içeriği üzerine büyük ihtiyaçlar duyulmaktadır.

Orantılı olarak bir tek basit başlayıcı (monomer) maddeden oluşturulan sentetik hümik asitlerin kimyasal yapısını açıklamak yakın gelecek için önemli bir hedef olmaktadır. Sonuçlar, kesinlikle, doğal hümik maddelerin sağlık konusunda karma-karmaşık araştırılmasını kolaylaştıracak ve tetikleyecektir.

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLER VE KANSER

02 Mayıs 2009 Cumartesi

HÜMİK ASİTLERİN KANSER ÜZERİNDEKİ BİYOLOJİK ETKİLERİ

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ülkemizde kanser, ölüm nedenleri arasında kalp rahatsızlıklarından sonra ikinci sırada yer almaktadır. Türkiye’de mevcut kayıt sisteminin yeterli olmaması nedeniyle kanser oranı hakkında yeterli bilgi de bulunmamaktadır. Gelişmiş ülkelerde bir yılda görülen kanser oranı yüzbinde 400’ler civarında iken Sağlık Bakanlığı kanser kayıt merkezine bildirilen kanser oranı yüzbinde 35–40 civarındadır. Ancak bu oranın gerçekte yüzbinde 150–200 civarında olduğu ve bu oran dikkate alındığında ülkemizde yılda yüzbin civarında yeni kanser olgusunun ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. Bu verilere göre Türkiye için kanser önemli bir sorun gözükmektedir. Sağlık Bakanlığı kanser kayıt verileri değerlendirildiğinde 1994 yılında 20.100 kanser olgusu bildirilmiştir. Bunun 12.000’i erkek, 8.000’i ise kadındır. Kanser istatistiklerinde 2000 yılı sonrasına ait bilgiler çok net olmamasına rağmen kanserli vakıaların gitgide arttığı Bakanlık tarafından ifade edilmiştir. Kanser sadece ülkemizde değil, tüm dünyada da önemli bir problemdir. Amerikan Milli Kanser Enstitüsünün verilerine göre 2007 yılında dünyada yaklaşık 12.3 milyon yeni kanser vakıası ve 7.6 milyon ölüm tespit edilmiştir. Kanserin sadece Amerika’ya maliyeti de yılda $107 milyardır.

Kanser vakıalarının ve ölümlerinin nasıl azaltılacağı hesabı, bu konuda çalışanlar için büyük bir meseledir. Epidemiyoloji (salgın hastalıklar bilimi), hücre kültürleri ve hayvan tümör modellerindeki çalışmalardan elde edilen çok miktardaki delil göstermiştir ki gıda takviyesi olarak kullanılan birçok doğal madde kanser riskini azaltmıştır. Bu maddelerin bazıları anti-kanser terapilerindeki tümörlü hücreleri duyarlı hale getirmiştir. Kanseri önleme ve kimyasal tedavisi (kemoterapisi) için bitkisel kaynaklı doğal ürünler paha biçilmez hazine ve ileri düzeyde araştırma isteyen değerdedir. Günümüzde kanser vakıalarındaki artışın aksine tıbbi müdahaleler de aynı oranda probleme cevap verememektedir. Kansere bağlı ölüm sayılarında gözlenen artış bunun bir sonucudur. Kanserin başlangıcından itibaren nasıl müdahale edileceği tam anlamı ile kesinleşmemiştir. Oysa kanserle mücadelede geleneksel tıbbın dışında da yöntem olduğu yine tıp camiası tarafından kabul edilir hale gelmiştir. Bunun en tipik örneği alternatif tıp olarak da ifade edilen şifalı bitkilerin bünyesinde barındırdığı hümik asit polifenollerinin anti-oksidant gücünden yararlanmak olmuştur.

Karsinojenlik genellikle farklı moleküler ve hücresel değişikliklerin olduğu çok aşamalı bir işlem olarak bilinmektedir. Kemirgenlerdeki karsinojenliği teşvik eden deneysel çalışmalardan elde edilen verilere göre, kanserin gelişimi birbirinden ayrı, fakat, alakalı yakın bağlar içerdiği düşünülmüştür. Kanserin kademeleri ise başlangıç, ilerleme ve olgunlaşma olarak belirlenmiştir. Kanser bir hayli yıl geçtikten sonra tam habis hale gelmektedir. Sonuçta, kanser habis hale gelmeden önce gelişme anında müdahale etme fırsatları çoktur. Meyve ve sebzelerdeki zengin gıda içeriği kanser riskini azaltmaktadır. Yiyecek ve içeceklerdeki hümik asit polifenolleri, hücre kültürlerinde koruyucu özelliğe sahip olmaları sebebi ile kanser riskini azaltan maddeler arasında düşünülmektedir. Birçok örnekte hümik asit polifenollerinin etkileri; apoptozisi desteklemeyi, hücre döngüsündeki bir ya da iki fazda gelişime tuzak kurmayı, DNA sentezini engellemeyi ve siklooksijenaz/protein kinaz gibi anahtar enzimlerin değiştirilmiş konumu ile sinyal iletim yollarını modüle etmeyi de içeren akla yatkın biyokimyasal mekanizmalara atfedilebilmektedir. Bu çalışmada bahsi geçen biyokimyasal mekanizmalar ile hümik asitler arasındaki ilişki özetlenecektir.

Kanser araştırma çalışmaları göstermiştir ki oksidantlar olarak bilinen oksijen içeren moleküller veya serbest radikaller kansere neden olmada büyük rol oynamakta ve anti-oksidantlar veya serbest radikal temizleyiciler de kanseri bastırmada yardımcı olmaktadır. Kanser araştırmalarındaki yeni gelişmelere göre kanserli hücreler kendi kendilerine serbest radikallerin fazlaca üretilmelerine neden olmaktadır. Kanserli hücrelerin mesajcı moleküller olarak hareket eden oksidantları ürettikleri ve protein yolları boyunca sinyaller gönderdikleri ifade edilmiştir. Serbest radikallere zarar vererek kontrolsüz biçimde hücreleri çevreleyip bombardımana tutmaktadır. Bazı süper anti-oksidantlar proteinlere sinyal göndermesini ve kanserin yayılmasını engellemek için çalışmaktadır. Böylece bu maddeler kanseri ilk başladığı yerde güçlü biçimde önleyebilmektedir. Çalışmalar yeni anti-kanser tedavisi ve önleme stratejileri olarak anti-oksidantları işaret etmektedir.

Hümik asit özütleri tabiattaki en güçlü anti-oksidantlardır. Klocking ve ark., hümik asitlerin kansere ve kansere sebebiyet veren virüslere karşı koruma gücüne sahip olduğunu tespit etmiştir. Onların çalışmaları, özel hümik madde terapileri uygulandığında ölümcül kanser ve tümörlerin tersine döndüğünü göstermiştir.

Şekil 1’de hümik asitlerin hastalıkları nasıl etkilediğini resmeden şema görülmektedir.

Hümik asitlerin kanseri tedavi etme veya önlemedeki biyolojik aktiviteleri ve kimyasal etkileri şu şekilde sıralanabilmektedir:

1- Hümik asitler, Faz I ve Faz II enzimlerini teşvik ederek detoks yapma gücünü yükseltmektedir. Faz I ve Faz II enzim kavramları ksenobiyotik (canlı sistemlere yabancı olan ilâç, böcek öldürücü, petrol ürünleri gibi maddeler ya da bunların kısımları) metabolizmasından gelmektedir. Faz I enzimi ürünleri, Faz II enzimlerince harekete geçirilen elektrofillerdir. Faz II enzimlerinin üyeleri g-glutamil-sistein sintaz, kuinon reduktaz, glutatil transferaz, epoksid hidrolaz, UDP-glukoronosil transferazdan oluşmaktadır. Faz II enzimleri genellikle glutatil-ksenobiyotik örneğinde olduğu gibi müşterek yapılar oluşturarak ksenobiyotikleri pasif hale getirmede önemli bir rol oynamaktadırlar. Bunun aksine, Faz I enzimleri ksenobiyotikleri okside etmekte veya indirgemektedir.

Detokslama sistemlerinin dışarıdan gelen maddeleri bertaraf edici yönetimlerine yardımcı olma görevini yerine getirmesinden dolayı vücut detokslama aktivitelerini düzenlemek için birçok mekanizma geliştirmiştir. Özel detokslama yolları değişik diyet veya ksenobiyotik bileşiklerin varlığına, yaş ve cinsiyete, genetik yapıya ve sigara içme gibi yaşam tarzı alışkanlıklarına bağlı olarak teşvik edilmekte veya engellenmektedir. Ayrıca, hastalıklar da enzimlerin aktivitelerini etkilemektedir. Bazı hastalık durumlarında detokslama aktivitelerinin teşvik edildiği ve düzenlendiği görülmektedir. Fakat, aynı aktivitelerin başka şartlarda yüksek miktarda üretilmeleri de engellenmiştir. Vücut yüksek miktarda ksenobiyotik yüke maruz kaldığı zaman bu maddeyi yok etmek için devreye sokulan Faz I ve Faz II enzimleri, problemin olduğu yerde daha fazla bulunması ve ksenobiyotik detokslamayı daha hızlı oranda yapması için teşvik edilmektedir. Endükleyiciler (teşvik ediciler-hücre içinde genden gelen transkripsiyonu aktif hale geçirme kabiliyeti) tekli veya çoklu fonksiyon olabilmektedir. Tek fonksiyonlu endükleyici sadece bir enzimi veya detokslama fazını etkilemektedir. Çoklu fonksiyon endükleyici ise birçok aktiviteyi etkilemektedir. Sigaradan gelen PAH (polisiklik hidrokarbonlar) ve ızgara etten gelen aril aminler gibi tek fonksiyonlu endükleyiciler, Faz I aktivitesinde ciddi bir artışa sebep olarak Cyp1A1 ve Cyp1A2 enzimlerinin teşvik edilmesine neden olmaktadır. Benzer şekilde glukokortikoidler ve anti-konvülzanlar (konvülzan: epilepsi nöbetleriyle karakterize edilen ve sıklıkla geçici bilinç kayıplarına neden olan bir tür organik beyin hastalığı) Cyp3A4 aktivitesini teşvik etmektedirler. Etanol, aseton ve izoniazid de Cyp2E1’i teşvik etmektedir. Faz II aktivitelerinin birlikte endüklemesi olmadan bu aktivitelerin teşvik edilmesi Faz I ve Faz II denge aktivitesinin birleşmemesine neden olmaktadır. Sonuçta da yüksek miktarda reaktif aracı DNA, RNA ve proteinlere zarar vermektedir.

Çoklu fonksiyon endükleyicileri doğal organik maddelerde bulunan hümik asit molekülünü barındırmaktadır. Örneğin, hümik asitlerin bir alt grubu polifenollere ait olan ve kiraz ile kırmızı üzüm kabuğunda bulunan elajik asit, Faz I’in aktivitesini azaltırken birçok Faz II enzimlerini teşvik ettiği tespit edilmiştir. Sarımsak yağı, biberiye, soya, lahana ve Brüksel lahanası birçok Faz II enzim aktivitesini teşvik etmektedir. Glutatiyon S-transferaz ve glukuronil transferaz enzimleri çok fonksiyonlu endükleyiciler tarafından teşvik edilmektedir.

Genellikle, hümik asitlerce sağlanan Faz II’deki bu artış en iyi şekilde detokslamayı desteklemektedir. Ayrıca, hümik asitler Faz I ve Faz II aktiviteleri arasındaki sağlıklı dengeyi geliştirmeye ve korumaya yardımcı olmaktadır. Faz II aktivitesinin değerinin artması, sebze ve meyvelerde bulunan hümik asit polifenollerinin birçok kansere karşı koruma vazifesini açıklaması bakımından önemlidir. Şekil 2’de enzim sistemlerinin hümik maddelerin de yardımı ile detoklaması görülmektedir.

2- Hümik asitler hücre çoğalmasını engellemekte ve apoptozisi (hücrenin normal ve programlanmış ölümü) teşvik etmektedir. Son zamanlarda apoptozis biyomedikal araştırmaların merak uyandıran bir alanı olmuştur. Canlılardaki hem normal hem de kanserli hücrelerin hayatta kalma süreleri apoptozisin hızı ile ciddi olarak etkilendiği düşünülmektedir. Apoptozis, nekrotik hücre ölümünden farklı olarak programlanmış bir ölüm tipi olmakla birlikte hücre bertarafının normal bir işlemi olarak kabul edilmektedir. Hümik asitler kimyasal bir ajan gibi hareket ederek apoptozisi ayarlayabilmektedir. Sonuçta da kanserin yönetilmesi ve tedavisinde kullanışlı olabilen istikrarlı hücre topluluğu evrelerini etkilemektedir.

3- Hümik asitler hücre sinyalleşmesinin gidiş yolları üzerinde de birçok etkileri vardır. Hücre sinyalleşmesi temel hücresel aktivitelere hükmeden ve onları yöneten karmaşık haberleşme sisteminin bir parçasıdır. Hücre içine proteinleri kabul eden reseptörün hareketini müteakip proteinin yapısında bir takım değişiklikler meydana gelmektedir. Sinyal intikal mekanizması veya sinyal gidiş yolu adı verilen hücredeki bu değişiklikler reseptör hareketi ile teşvik edilmektedir. Hücrelerin kendi mikro dünyalarına doğru biçimde duyarlı olma ve hissetme kabiliyeti; gelişmenin, doku tamirinin ve bağışıklık sisteminin temelidir. Hücresel bilgi işlemedeki hatalar; kanser, doğuştan gelen bağışıklık sistemi problemleri ve şeker (diyabet) gibi hastalıklara yol açmaktadır. Hümik asitlerin hücresel sinyalleşmeye etkisi, bu hastalıkların başlamadan kontrol altına alınmasına sebep olmaktadır.

4- Hümik asitler angiogenesis (yeni kan damarları yapma işlemi) ve istilayı engellemektedir. Angiogenesis terimi, teknik olarak, tek katmanlı damar duvarı hücrelerinden (endotelyal hücre) oluşan kılcal damarların oluşması ve kollara ayrılmasını açıklamaktadır. Angiogenesis, normalde zarar görmüş dokunun onarılmasını sağlamaktadır. Ayrıca, kadınlarda her ay âdet dönemi öncesi rahimde meydana gelmekte ve yumurtlama sonrası plasentayı oluşturmaktadır. Kan damarlarının gelişmesi, doğal yollarla ortaya çıkan angiogenesis öncesi ve sonrası faktörlerin dengesi üstüne kuruludur. Angiogenesis, damar duvarı hücrelerinin büyümesi faktörü (vascular endothelial growth factor-VEGF) ile başlamakta ve trombozpondin gibi engelleyiciler tarafından sona ermektedir. Bu işleyişteki dengesizlik durumunda, örneğin tümör büyümesinde, beklenmedik zamanda ve bölgede damar oluşmaktadır. Kanser araştırmacıları, angiogenesis faktörleriyle 1968 yılında ilgilenmeye başlamışlardır. İlk ipucu, tümörlerin çoğalmasını sağlayan etkenler araştırılırken elde edilmiştir. Birbirinden bağımsız iki araştırma ekibi (Güney California Üniversitesi’nden Melvin Greenblatt ile Harvard Üniversitesi’nden Robert L. Ehrmann ve Mogens Knoth), tomurcuk halindeki tümörlerin tanımlanmamış bir madde salgılayarak kan damarlarının kendilerine doğru gelişmesini sağladığını göstermişlerdir. Bu tür bir gelişme tümörün, oksijen ve besleyicilerle yüklü kan ihtiyacını karşılamasını sağlamaktadır. Zaten metastaz, kanserli hücrelerin kan damarları yoluyla vücudun diğer bölümlerine ulaşmasını ifade etmektedir. Kansere karşı angiogenesis engelleyicileri üstündeki deneyler farklı stratejiler içermektedir. Bunlar arasında önde geleni, VEGF’nin etkinliğini engellemektir. Fakat yeni çalışmalar arasında hümik asitlerin anti-angiogenesis gibi hareket edip yeni kan damarı yapan tümörleri durdurduğu tespit edilmiştir. Kan kaynağı olmaksızın da tümör yaşayamamaktadır.

5- Hümik asitler, DNA metil transferaz aktivitesini de engellemektedir. DNA metil transferaz enzimi bir metil grubunu (-CH3) DNA’ya bağlamaktadır. Oluşan DNA metilasyonu geniş bir alanda biyolojik görev yerine getirmektedir. En önemli görevleri ise kök hücrelerin gelişimde problem başladığında gelişimlerini tamamlamaktır. Fakat kanserde DNA metil transferaz, transkripsiyon (DNA’nın RNA’ya kopyalanması) başlangıç bölgesindeki normal olmayan metilasyon ile tümöre baskı yapan genlerin konumunu baskılayabilmektedir.

6- Hümik asitler mutajenisiteye (genlerle ilgili mutasyonlar meydana getirme veya kromozomlarla ilgili sapmalar hâsıl etme özelliğine sahip olma) ve genotoksisiteye (toksinlerin genler ve kromozomlar üzerine etkileri) karşı korumaktadır. Klorlu ürünler dışında hümik asitler geniş yelpazede zehirli maddelerin, radyoaktif bileşiklerin, tarım ilaçlarının ve birçok zehirli organik maddenin meydana getirdiği mutasyon ve zehirliliğe karşı etkili olmaktadır. Bu maddeleri absorplama ve iyon değişimi fonksiyonları bağlayıp vücuttan uzaklaştırmaktadır. Sadece klorlu bileşikler ile yaptığı yeni yan ürünlerde (THM ve MX gibi), bu sefer, kendisi tehlikeli hale gelebilmektedir. Bu konu hümik asitlerin kapsadığı tüm alt gruplar için de geçerlidir. Mesela, yeşil çay içmek isteyen biri kloru fazla olan suda demleme yaparsa muhtemelki mutajenisiteye ve genotoksisiteye uğraması söz konusudur. Kanserle mücadele kullanılan ürünler klorlu musluk suyuyla birleştiği zaman ölümcül olabilmektedir. Bu tespit soya, meyveler, sebzeler, çay, birçok sağlık ürünü ve bazı vitaminleri içeren benzer gıdalar için de geçerlidir. Japonya’da Sağlık Bilimleri Enstitüsünde yapılan bir çalışmada bilim adamları gıdalardan gelen doğal organik maddelerin klorlu içme suyuyla reaksiyona girdiğini ve oluşan bileşiklerin de kansere neden olduğunu belirlemişlerdir. Bu ölümcül bileşikler, “bilinmeyen mutajen” manasında MX ismiyle adlandırılmıştır. Ayrıca, MX’e benzer durumda iyi bilinen ve çok kolay biçimde tespit edilebilen THM (trihalometanlar) da kansere sebebiyet vermektedir. Japon bilim adamları, çayda bulunan kateşinler ve meyvelerde bulunan flavonoidler gibi doğal organik fitokimyasalları ile klorürün reaksiyonu sonucu MX’in meydana geldiğini yapılan çalışmaların gösterdiğini özellikle zikretmişlerdir. Finlandiya’da 1997’de bilim adamlarınca yapılan çalışmalarda MX’in klorlama ile oluşan diğer zehirli yan ürünlerden 170 kez daha ölümcül olduğunu belirlemişlerdir. Ayrıca, laboratuar çalışmalarında kanserli tümörlere sebep olduğu kadar tiroit bezine de zarar verdiğini göstermişlerdir.

THM’lerin vejetasyonun en son ürünleri olan hümik ve fulvik asitlerle klorürün reaksiyona girmesi ile oluştuğu bilinmektedir. Hümik maddelerin hümik ve fulvik kısımları suda çözünür durumdadır ve bitkilerce besin maddesi olarak kullanılsa da kolayca su şebekelerine her türlü dâhil olabilmektedir. Çok yeni bilimsel keşifler hümik ve fulvik asitlerin fitokimyasal gruplarını ve onların da alt-gruplarını tanımlamışlardır. Buna göre, fitokimyasal gruplar hormonları, sterolleri, yağ asitlerini, polifenolleri ve ketonları içermektedir. Bunların bir alt grubunu da flavinler, flavonoidler, flavonlar, taninler, kateşinler, kuinonlar, izoflavonlar, tokoferoller, vb. oluşturmaktadır. Bu maddeler gıdalarda ve sağlık ürünlerinde bulunan oldukça değerli ve ümit veren anti-kanser besin elemanlarıdır. Ko-enzim Q10 bir kuinondur. Vitamin B2 bir flavindir. Vitamin E bir tokoferoldür. Hesperidin, kuersetin ve rutin içeren narenciye bioflavonoitleri, adı üstünde, flavonoid kökenlidir. Yeşil çay kateşinleri, fenolleri, taninleri ve izoflavonları içermektedir. Potansiyel olarak tüm bu maddeler ve daha fazlaları klorlamaya tabi olabilmektedir. Bu fitokimyasalların hümik asitlerle birbirine karışmış, el değmeden ve konsantre şekilde kaldığı şaşırtıcı biçimde keşfedilmiştir. Bu maddeler bitkilerin kökleri, gövdeleri, kabukları ve yapraklarını içeren vejetatif kısımlarında olduğu kadar meyveler, çiçekler, polenler, kabuklu bitkiler ve tohumların içinde bulunan tabiatın koruyucu bileşiklerinin değerli kalıntılarıdır. Hatta bitki nükleik asitleri, RNA ve DNA bozulmamış olarak kalmaktadır.

Su tasfiye fabrikaları çevre kurallarına uydurmak için klorla tasfiye işlemine başlamadan önce sudaki organik maddeleri uzaklaştırmak üzere özel teknikler geliştirmişlerdir. Sudaki tabii organik maddenin herhangi bir yanlışı yoktur. Buradaki mesele klorürün organik maddeyi THM ve MX karsinojeni yapan ölümcül kokteyle dönüştürme hatasıdır. Gerçek şu ki organik maddeler saf içme suyunda iz elementlerle birleştiği zaman oldukça yüksek faydalar göstermektedir. Su tasfiye işlemleri ile bu maddeler kaldırıldıkları zaman önemli kısımları atılmış olmakta ve geriye kalan kısımlar ise klorlama ile birlikte kansere neden olan ajanlara dönüştürülmektedir. Bu işleme devam etmekle, yenilen taze bitkisel gıdaların benzer biçimde içilen klorlu musluk suyu ile reaksiyona girip toksin madde üreteceği kesindir. Bu şu anlama gelmektedir: taze meyveler ve sebzeler, yeşil salatalar, yeşil/siyah çay, bitkisel çaylar, soya ürünleri, vitamin tabletleri ve hatta bazı farmasotik ilaçlar klorlu su ile birleştiğinde kanser yapıcı maddelere dönüşebilmektedir. Ölümcül olarak kansere neden olan ajanlar genellikle küçük miktarlarda da zehirlidirler. Bu maddeler o kadar küçük ki tespit edilmesi oldukça zordur. Zehirli hale gelmesi için çok az miktarda klor yeterlidir. Fitokimyasalların konsantrasyonları yüksek olduğu zaman klorla ölümcül reaksiyonları da o denli yoğun olmaktadır.

7- Hümik asitler aktif hale getirilmiş kanser yapıcı metabolitlere tuzak kurmaktadır:

Gıdaları yüksek sıcaklıkta pişirmek, mesela ızgarada mangal keyfi yapmak gibi, sigara dumanındaki kadar benzo[a]piren (B[a]P) karsinojeninin oluşmasına neden olmaktadır. Piroliz adı verilen bu olayda üretilen birçok kanser yapıcı madde bulunmaktadır. Bunların başında da polinükleer aromatik hidrokarbonlar–ki epoksitler içindeki insan enzimleri ile dönüştürülmektedirler- DNA’ya sabit kalacak biçimde yapışmaktadırlar. Fakat etler, ızgaradan önce mikrodalga fırında 2-3 dakika süreyle ön-pişirme yapılırsa heterosiklik amin (HCA) maddeleri kaldırılarak bu kanser yapıcıların azaltılmasına yardımcı olacaktır. Bilinen hayvansal karsinojen akrilamit tavada kızartma ile veya patates çipsi gibi karbonhidratlı gıdaların fazlaca pişirilmesi ile meydana getirilmektedir. Ayrıca, barbeküdeki et pişirmede etin üzerine yapışan köz de başlı başına bir kanser yapıcı maddedir. Bu örnekler günlük hayatımızda sıklıkla karşılaştığımız vakıalar iken 600’den fazla kimyasalın kanser yapıcı özelliği olduğu bildirilmiştir. Bu kimyasalların %1’i için insanlardaki karsinojenliğe neden olduğuna dair yeteri kadar delil bulunmamaktadır. Fakat hayvanlar üzerinde yapılan kısa dönem testlerin bulguları bu maddelerin insan sağlığını tehdit edebileceğini göstermiştir. Bilinen karsinojenlerin yaklaşık yarısı, mutajenik ve karsinojenik hareketini icra etmeden önce metabolik aktivasyona ihtiyaç duymaktadır. Karsinojenlik bağlamında kimyasalların birçoğu üç ana kimyasal sınıfa bağlı olarak metabolik aktivasyonu icra etmektedirler: polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH), A’-nitrosaminler ve aromatik aminler. PAH’lar her yerde karşımıza çıkabilen karsinojenlerdir. Otomobil egzoz gazları ve sigara dumanı PAH’ları üreten kaynaklar olarak akciğer kanserine davetiye çıkarmaktadır. İnsanoğlu maruz kaldığı A’-nitrosaminleri çevresinden aldığı maddeleri yemesi/teneffüs etmesi veya vücuttaki amino bileşiklerinin nitrozasyonu (organik bileşiklerin nitroso türevlerine çevrilme işlemi) sonucu elde etmektedir. Nitrosaminler en önemli gırtlak kanseri elemanıdırlar. Sigara dumanında bulunan aromatik aminler ise mesane kanseri vakıalarının en önemli aktörüdür.

B[a]P’ın DNA’ya bağlama seviyesi, fibroblastik hücrelere nazaran epitelyal hücrelerde daha yüksektir. Hümik asitler burada B[a]P’ın bağlanmasını engelleyerek etkisini azaltmaktadır. Hümik asitlerin B[a]P’ı bağlama yöntemi absorplamadır. PAH’a bu şekilde kapan kuran hümik asitler, polifenolik bileşikler olarak, aromatik aminlere hidroksil bağlamakta ve bunun neticesinde de detoks yapmaktadır. Nitroso grubuna alfa pozisyonunda bağlı karbon atomundaki hidroksilasyon, A’-nitrosaminlerin kanser yapıcı formlarının en önemli gidiş yolları olarak düşünülmektedir. A’-nitrosamin karsinojenliğinin yüksek seviyedeki metabolik aktivitesi gırtlak ve midede gözlenmiştir. Sigaradaki nitrosaminler ve W-nitrosonornikotin (NNN) bronş ve gırtlak dokularında metabolize olmaktadır. Yine hümik asitler polifenolik yapıları gereği bu nitrosaminleri de hidroksilleyerek etkisiz hale getirmektedir. Fakat sigara kullanımına devam eden biri için dokuların tahribi devam etmektedir. Bu üç kanser yapıcı metabolitlerin dışında, bir mantar zehiri olan ve Aspergillus flavus tarafından üretilen Aflatoksin B (AFB) karaciğer kanserini meydana getiren en önemli bir kaynaktır. Bu kaynağın hümik asitlerce kurutulması; aynı anti-viral, anti-bakteriyel ve anti-mikrobiyal özelliğinde olduğu gibi, guaninde N–7 atomu ile reaksiyona girmesi engellenerek gerçekleştirilmektedir.

Hümik asitlerin bu tür metabolitleri bertaraf etmede kullandığı başka yollar da mevcuttur. Örneğin, sitokrom P450 enzimlerini destekleyip tetiklemesi gibi. Sitokrom P450 enzimlerinin gerçekleştirdiği reaksiyonlar sayesinde kanser yapıcı maddeler etkisiz hale getirilmektedir. Karaciğer hücrelerindeki P450 enzimleri, ilaçları ve zararlı kimyevî maddeleri değişikliğe uğratırken, böbrek üstü bezi ve testislerde bulunanlar steroid ve cinsiyet hormonlarına hidroksil (OH) gruplarını eklemektedirler. Sigara dumanı, alkol, çevreye ait kirleticiler, ilaçlar, gıdalardaki katkı maddeleri gibi vücuda yabancı olan maddeler bu enzimlerin sentez edilmesini kuvvetli şekilde uyarmaktadırlar.

8- Hümik asitler protein kinazların aktivitelerini karsinogenez sürecinde engellemektedirler. Protein kinazlar, sinyal iletimi sırasında protein fosforilasyonunu/aktivasyonunu sağlamaktadır. Protein kinazlar membran yerleşimli olanlar ve sitoplazmik tirozin kinazlar olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Membranda yerleşim gösteren proteinlere reseptör tirozin kinazlar (RTK) denilmektedir. RTK süperailesinde 58 transmembran protein bulunmaktadır. Bu reseptörler arasında insülin reseptörü, büyüme faktörleri (EGF, VEGF, PDGF, FGF, NGF) reseptörleri ve efrin reseptörleri (EphA, EphB) yer almaktadır. RTK’lar, sitoplazmik kısımlarında aktivasyondan sorumlu bir bölge (tirozin kinaz bölgesi) içermektedir. İstirahat halindeki hücrelerde, RTK’nın inaktif ve aktif konformasyonları denge halindedir. Bu reseptörler büyüme faktörleri ile bağlandıktan sonra aktif hale geçerler ve sitoplazmadaki hedef proteinleri ile etkileşerek sinyal iletimini gerçekleştirmektedir. Buna göre, fizyolojik koşullarda sinyal iletimi tersinir özellik taşımakta ve RTK aracılı iletim kontrol altında tutulmaktadır. Karsinogenez sürecinde ise, sürekli ve kontrolsüz RTK aktivitesi söz konusudur.

Protein kinazlar dört mekanizma aracılığıyla kanser oluşumuna yol açabilmektedir:

1. Protoonkogenin (hücre büyümesi ve çoğalmasını kontrol eden proteini kollayan gen) retroviral (RNA virüslerinin büyük bir grubu) intikali,

2. Genomik rearanjmanlar,

3. “Gain of function (GOF)” mutasyonlar,

4. Protein kinazın aşırı sentezlenmesi.

Bu değişimlerin tümörler ile ilişkisi Tablo 1’de görülmektedir.

Hümik asit polifenolleri ile protein kinazların aktivitelerini karsinogenez süresi boyunca engellenmesinde çoklu mekanizmalar gözükmektedir. Bu mekanizmaların görece önemi kullanılan model sistemine bağlıdır. Hümik asitlerin protein kinazın sinyal iletimini kesmesi hareketi; kanserli hücre gelişim ve dönüşümünü inhibe etmekte, apoptozisi teşvik etmekte ve angiogenesisi engellemektedir.

9- Hümik asitler oldukça güçlü anti-oksidant ve serbest radikal temizlemeyicidirler. Dünya genelinde yapılan farmakolojik çalışmalar, hümik molekül yapısı içindeki değişik mekanizmaların serbest radikal temizleyicisi ve anti-oksidant donörü/akseptörü (verme/alma) yaptığını göstermiştir. Ayrıca hümik asitlerin süper oksit dismutazı (SOD-hücreleri tamir eden ve onlara verilen zararı azaltan insan vücudundaki en çok bilinen bir enzim) ve metaloenzim oldukları not edilmiştir. Tüm hümik asit özütleri, kanserli hücreleri her zaman yok edemeseler bile genellikle onlar kanserin gelişimini ve yayılımını durdurmaktadır. Hümik asit özütleri kuşkusuz kanser önleyicidirler. Şu da kesindir ki ne kadar hümik asit özütünün kalitesi yüksek olursa kanseri tersine çevirmek ve tedavi etmek o denli iyi olmaktadır.

Oldukça güçlü anti-oksidant maddeler olan hümik asitler normal hücre işlemlerinin doğal yan ürünleri olarak serbest radikalleri nötralize etmektedirler. Serbest radikaller tamamlanmamış moleküllerdir. Bu yapı onları kimyasal bakımdan ‘tam elektron kabuklu’ moleküllerden daha fazla reaktif hale getirmektedir. Sigara dumanı ve radyasyon gibi birçok çevresel faktöre maruz kalmak serbest radikal oluşumuna neden olmaktadır. İnsanlarda serbest radikallerin en bilinen formu oksijendir. Oksijen molekülü elektriksel bakımdan yüklü veya radikalize edildiği zaman DNA’ya ve diğer moleküllere zarar vererek onlardan elektron çalmayı denemektedirler. Zaman geçtikçe de böyle bir zarar geri çevrilemez hale gelebilmektedir. Bu durum da kanseri de içeren hastalıklara neden olmaktadır. Hümik asitlerin her zaman serbest radikalleri temizlemek üzere yaratıldıkları ifade edilmektedir. Bunun anlamı şudur: hümik asitler elektriksel yükü nötralize etmekte ve serbest radikallerce diğer moleküllerden molekül alınmasını engellemektedir.

Hümik asitler radikallerce okside edilmekte, sonuçta da oldukça kararlı ve çok az reaktif radikal ortaya çıkmaktadır. Diğer bir değişle, hümik asitler reaktif oksijen türlerini radikalin reaktif bileşiği ile reaksiyona girerek kararlı hale getirmektedir. Hümik asitlere ait hidroksil grupların yüksek reaktiviteleri sebebi ile radikaller aşağıdaki reaksiyona göre pasif hale gelmektedir:

hümik asit(OH) + R• > hümik asit(O•) + RH

Burada, R• serbest radikal ve O• ise reaktif oksijen türüdür. Radikallerin üsteki reaksiyona göre temizlenmesi ile hümik asitler in vitro olarak (canlı organizmada) LDL’in oksidasyonunu da engellemektedir. Bu hareketle de LDL partiküllerini korumakta ve teorik olarak da aterosklerozu (damar sertliğini) önlemektedir.

Sonuç olarak, gerek bitki gerekse toprak kaynaklı hümik asitler biyolojik aktiviteleri yönü ile kanserin oluşumunu engellemekte veya oluşmuş kanserin yayılmasını durdurmaktadır. Özellikle kullanılacak olan hümik asitlerin miktar ve kalitesi kanser problemini önlemede etkili olacaktır. Bu bakımdan düzenli kullanıldığında daha konsantre edilmiş toprak özütlü yüksek polifenol içeren hümik asitler, yeşil çay gibi bitkisel kaynaklı düşük polifenol içeren hümik asitlere nazaran çok daha etkili olmaktadır. Zira, kullanılan polifenol kaynağı ve kalitesi kanseri önlemede belirgin rol oynamaktadır.

Referanslar

  1. Di Chen, et. al; Int. J. Mol. Sci.; 2008, 9; 1197.
  2. Shan He, et. al; Int. J. Mol. Sci. 2008, 9, 853.
  3. R. Klocking and M. Sprossig; Experientia; 1972; 28 (5) p 607.
  4. http://www.focusdergisi.com.tr/saglik/00199/
  5. DeAnn J. Liska, Ph.D.; Alternative Medicine Review; Volume 3, Number 3; p.189; 1998.
  6. Herman Autrup; Carcinogenesis; vol 11; no.5; p.708; 1990.
  7. http://www.sizinti.com.tr/konular.php?KONUID=3509
  8. F. Peter Gungerich; Carcinogenesis; vol.21; no.3; pp.345-351; 2000.
  9. Hasan Mukhtar and Nihal Ahmad; Am J Clin Nutr; 2000; 71; p.1701S.
  10. A. Lale Doğan, Dicle Güç; Hacettepe Tıp Dergisi 2004; 35: 34–42.
  11. Joshua D Lambert, et. al; Am J Clin Nutr 2005; 81(suppl): 288S–289S.
  12. Robert J Nijveldt,et.al.; Am J Clin Nutr 2001; 74: 419.

Editör: Mümin DİZMAN

humik.asitler@gmail.com

0 yorum:

Yorum Gönder

Ana Sayfa

Kaydol: Kayıt Yorumları (Atom)

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLER VE İNSAN SAĞLIĞI

11 Mart 2009 Çarşamba

Hümik Asitlerin İnsan Sağlığına Etkileri

Editör : Mümin DİZMAN

Topraktan çıkarılan ve özellikle genel adı “humus”, “hümik maddeler”, “hümik asitler”, “fulvik asitler”, “huminler”, “hemato-melanik asitler”, “humatlar”, “polifenoller”, “fenolik asitler” ve “organik maddeler” olarak bilinen maddeler eski zamanlardan beri birçok alanda genişçe kullanılmaktadır. Araştırmalar hümik asitlerin toprak humusunun bir parçası olduğunu ve yaşayan organizmalarda önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Fakat, günümüzde hümik asitler topraklarda yeteri kadar bulunmamakta ve bitkiye geçememektedir. Araştırmalara göre topraktaki humus miktarı %2’in altına düştüğü zaman, toprak bitkilerin ihtiyaç duyduğu yeterli hümik asitleri bitkiye geçirememektedir. Bunun neticesi olarak da hümik asitler insan ve hayvan beslemesinde yeterli düzeyde olmamaktadır. Doğadaki en büyük karbon rezervlerinden birine sahip olan hümik asitler birçok değişik kaynaktan meydana gelebilmektedir. Örneğin toprak, su, kompost, bitki, mantar, yosun (bladderwrack, kelp, alg) ve mikroorganizma gibi.

Hümik asitler kararlı kümeler oluşturan doğal fenolik biopolimerlerdir. Bu kümeler öyle ki boyutları küçük bir proteinle boy ölçüşebilmektedir. Engebretson çözünmüş hümik asitlerin ikincil yapıları bağlamında mikro-organizasyonunu karakterize eden özellikleri tanımlamıştır. Bu büyük moleküller kendi aralarında çözelti içinde üç boyutlu pozisyonda düzenlenmiştir. Hümik asit molekülleri dendritik olarak düşünülmektedir. Şeklen bir merkezi zıvanadan dağılan tekerlek parmaklarına benzeyen ilkel-polimer üç boyutlu yapılardır. Yapısında önemli oranda karboksil ve hidroksil ana grupları barındırmaktadırlar. Membranların fiziko-kimyasal özellikleri üzerine temellendirilmiş hümik asit modelleri geliştirilmiştir. Hümik asitlerin demet gibi bir araya toplanması ile oluşan kütlenin ortalama çapı 700-1700 Å’dur. Dünyada biojeokimyanın önemli parçaları olan hümik asitlerin özelliklerinden bazıları bileşik yapma-çözünme potansiyeli, indirgeme-oksitleme ve karboksil ile hidroksil grupları gibi fonksiyonel gruplara sahip olmasıdır. Hümik asitler, klasik kullanımları olan organik gübre ve yakıtın yanı sıra tıbbi preperatlarda yardımcı madde olarak değerlendirilmektedir. Hümik asitler petrol ürünleri ile kirlenen yer altı su kaynaklarından aromatik hidrokarbonların bertarafını sağlamakta da kullanılmaktadır. Doğal ve sentetik toprak özütleri, özellikle toprak tesviyesi ve toprak ıslahı maddeleri olarak tarım ve ilgili endüstrilerde yaygın bir biçimde halen kullanılmaktadır. Buna ilaveten, doğal ve sentetik toprak özütleri bahçe, peyzaj ve içme suyu çalışmalarında katkı maddesi olarak işlenmektedir.

Hümik asitler tarımda, hayvan beslemede ‘büyümeyi uyarmak’ için sıvı ve katı formlarda kolay bulunabilir hammaddelerdir. Faust’a göre hümik asitler mahsul verimini de içeren bitki büyümeyi %10-30 oranında artışla etkilemektedir. Hümik asitler veteriner ilaç tedavisinde de kullanılmıştır. Tavuklardasodyum humatın farmakokinetik özelliği üzerine geniş bir biçimde çalışılmıştır. Humat bileşikleri tavukçulukta besi yemi katkısı olarak kullanılmaktadır. Humatlar yeme katıldığı zaman tavuk ağırlık veriminde ortalama %5-7 artış ve ölümlerden de ortalama %3-5 oranında azalma sağlamıştır. Mümin Dizman (1998) geliştirdiği hümik-fülvik asit içeren Olvit isimli üründe yumurta tavuklarının yumurtalarındaki kırılma oranını %10 oranında azaltmıştır. Ayrıca, yumurta pH’ının yükselmesi ile de yumurta sarısının koyuluğunda artış gözlemiştir. Dizman, broiler tipi tavukçulukta 0.5 mgr/ml/gün dozla uyguladığı hümik maddelerle yemin ete dönüşümde artış sağlamıştır. Gumboro, E-koli gibi hastalıklara karşı hümik maddelerin antiviral ve anti-mikrobiyal özelliğinden dolayı da büyük bir başarı elde etmiştir. Büyükbaş hayvanlarda ise içmesuyu ile verilen Olvit’in (hümik-fülvik asit) süt verimi ile yağ oranını arttırdığını ve hastalıklara karşı mukavetin güçlendiğini gözlemiştir. Çetin ve arkadaşları (Ankara Üniv Vet Fak Derg, 53, 165-168, 2006) yaptığı çalışmada yumurta tavuklarında rasyona ilave edilen humat ve organik asitlerin bazı kan parametreleri üzerine etkisini incelemişlerdir. Çalışmada, humat verilen grupta eritrosit sayısı ve hemoglobin miktarında artma gözlenmesi, Banaszkiewick ve Drobnik’in deney hayvanlarında verilen hümik asidin globülin, hemoglobin ve hematokrit düzeyleri ile alyuvar sayısını artırdığı yönündeki bulguları ile benzerlik göstermiştir. Humatın bu etkisi, demir veya globülin miktarını artırmasına bağlanmışlardır. Ayrıca, humat ilave edilen yemle beslenen sığırların hemoglobin düzeyinin arttığı yönündeki bildirimler ile hümik asidin demir ve çinko gibi metallerin hücre membranından geçişlerini kolaylaştırdığı ve humatların demir emilimini artırdığı yönündeki bildirimler de bulgularıyla desteklenmiştir. Fuchs ve ark., hümik asidin demir tutulumunu artırıcı etkisinden dolayı demir eksikliğine bağlı anemilerde tedavi amacıyla kullanılabileceğini bildirmiştir. Çetin ve ark., çalışmalarında humat ve organik asit ilavesinin heterofil oranını artırdığı tespit etmişlerdir. İnsanlarda humatın granülositlerin işlevlerini ve adhezyonunu artırdığı yönündeki bildirimler bulgularını destekler nitelikte olmuştur. Sonuç olarak, tavuklarda rasyona ilave edilen humatın heterofil oranı, eritrosit sayısı ve hemoglobin miktarını artırmasına karşılık, organik asitlerin ise yalnız heterofil oranını artırdığı tespit edilmiştir. Bu sonuçlara göre, özellikle humatların eritrosit sayısını ve hemoglobin miktarını artırmak suretiyle anemilere karşı, heterofilleri aktive etmek suretiyle de bakteriyel enfeksiyonlara karşı koruyucu rol oynayabileceği ve akut bakteriyel enfeksiyon vakalarında mortaliteyi azaltabileceği düşünülmektedir.

Hümik asitlerin polimerleri birçok özelliklere sahiptir. hafif ağırlıklı organik maddeler gibi diğer biopolimerle reaksiyona girme kabiliyeti mevcuttur. İnorganiklerle, özellikle, metallerle şelat kompleksleri yapabilmektedir. Toprak ekstrakları (özütleri), özellikle hümik asitler, birçok metali bağlamaktadırlar. Bu yönleri ile hümik asitler toprak ıslahında ağır metal kirliliğini bertaraf etmede, kazan besi suyunda kışır önlemede ve insan sağlığında böbrek taşı giderimi, eklem bölgelerindeki kireçlenmeleri çözmede kullanılmaktadır.

Toprak özütleri antibiyotik üretimi için etkili ana katkı maddeleridir. Mikrobiyal büyümenin uyarılması derecesi; türlere, kültür ortamına ve çevreye büyük oranda bağımlıdır. Hümik asitler birçok hastalığın tedavisinde çok eskiye dayanan bir deva bulma şekli olarak kullanılmaktadır. Ghabbour ve arkadaşları “pilayella littoralis” isimli yosundan hümik asit elde etmişlerdir. Ayrıca, insan ve hayvanların midesinde hümik asit olduğunu tespit etmişlerdir. Rıdvan ve arkadaşları hümik asitlerin kanla beraber sirküle olduğunu ve karaciğerde metabolize olduğunu göstermişlerdir. Hümik asitler ağız yolu ile hayvanlara verildiği zaman vücuda giren ağır metallerin zararlarının azaldığını ve tarım ilaçlarının olumsuz etkilerini bertaraf ettiklerini tespit etmişlerdir. Golbs ve arkadaşları hümik asitlerin risk içermeksizin, gebeler dahil, hayvanlarda hastalıklara karşı koruyucu ve “şifalı” bir etkiye sahip olduklarını bulmuşlardır.

Hümik asitler toprakta, bitkide, hayvanlarda ve insanlarda var olan güvenli maddelerdir. Besin zincirinin doğal bir parçasıdır. Hümik asitler yaşayan organizmaların metabolizmalarında, mineral transferinde ve besinlerin ölü dokularının kompostlanmasında rol oynarlar. Birçok teknik makale hümik asitlerin güvenli maddeler olduklarını tescil etmişlerdir. Moskova Drepropetrovish Tarım Enstitüsündeki bilim adamları; doku hastalıkları ve doku kimyası metotları ile kan, kalp-damar sistemi, iç organlar ve hayâtiyet taşıyan önemli organlara karşı hümik asitlerin zararsız olduklarını tespit etmişlerdir. Hümik asitler alerjik reaksiyonlara, diğer ilaçlara bağlı anafilaksiye sebebiyet vermez. Hümik asitler sterildir. Embriyo-toksik özellik göstermezler. Doğal olarak oluşan hümik asitlerin toksik özelliği yok denecek kadar azdır. Farelerde LD50 değeri 11500 mg/kg ca (canlı ağırlık)’dır. Fakat farelerde peranteral yolla ve tavşanlarda 163.5-205.8 mg/kg ca olarak karın zarından verildiği zaman zehirlidirler. Farelerde 30 günlük zehirlilik çalışmalarında 100 mg/kg ca/gün konsantre hümik asitin ve onun sodyum tuzlarının oral doz seviyeleri hayvanın hareketlerinde olumsuz bir tavra ve klinik rahatsızlıklara sebebiyet vermemiştir. Aynı sonuçlar köpeklere de 300 mg/kg olarak 90 gün boyunca uygulanarak elde edilmiştir. Konsantre hümik asitlerin 90 gün boyunca 1000 mg/kg ca/gün olarak yemle verilmesi ile fare ve tavşanların gastrointestinal bölgesindeki pH değerleri üzerine olumsuz etkisi olmamıştır. Konsantre hümik asitin 50-150 mg/ml dozlarda ve sodyum humatın da 500-15000 mg/ml dozlarda kullanılması çift insan fibroblastındaki veya bebek hamster ve tavşanların böbrek hücrelerindeki ani sapmaların artmasına sebebiyet vermemiştir. Her iki formül de %0.1-%0.5 oranlarında metabolik aktivasyonun hem varlığında hem de yokluğunda Salmonella typhimurium TA98 ve TA100’daki mutajenik harekete neden olmamıştır. Buradan şu sonuca varabiliriz: Hümik asitler mutajenik değildirler. Hümik asitlerin 15 dakika ve 1200C’da ısıl işleme tabi tutulması mutajenler üzerindeki engellyici etkilerini değiştirmedikleri rapor etmişlerdir.

Kansere sebebiyet verip vermediği üzerine herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Böyle bir veriye ihtiyaç duyulmamasının sebebi ise kullanılan bileşiklerin uzun dönem uygulamalarında karserojene potansiyellik göstermemeleri ve yine kullanılan test yöntemlerinde mutajenik harekete neden olmamasıdır. Kalıntı çalışmalarında domuzlara ağızdan 30 gün boyunca 500 ve 2000 mg/kg ca/gün humocarb ve konsantre hümik asit (16:1 oranında) verilmiştir. Aynı karışım koyunlara 1000 ila 2000 mg/kg ca/gün olarak verilmiştir. Çalışmalar neticesinde fotometrik metotla herhangi bir hümik asite kan plazmasında, karaciğerde, kaslarda ve böbrekte rastlanmamıştır. Fakat analitik metotların yetersizliği nedeni ile sonuçlar sınırlı bir anlam taşımaktadır. Laub Biochem tarafından yapılan bir başka toksisite çalışmasında toplam güvenlik seviyesi 50 mg/kg ca seviyesine kadar çıkmıştır. Tavukların besi rasyonlarına verilen humatlar belirlenemeyen ölümleri %3 ila % 5 oranında azaltmıştır. İneklerin yemine verilen humatların süt kimyasında herhangi bir değişikliğe neden olmadığı gözlenmiştir.

Hümik asitlerin 20-2000 ppm aralığındaki konsantrasyonlarının oldukça etkili olduğu gözlenmiş ve bu miktarın hiçbir şekilde sitotoksik olmadığı anlaşılmıştır. Hümik asitler geniş bir alanda antiviral hareket göstermektedirler. Hümik asitler zehirli olmayan maddelerdir. Doğal olarak oluşan hümik asitlerin zehirliliği oldukça azdır. İltihaplanmaya veya enfeksiyonlara sebebiyet veren durumları bertaraf eden maddelerin özelliğini gösteren hümik asitler uzun bir süre “koca karı” ilacı olarak birçok sağlık probleminin tedavisinde kullanılmıştır. Laub Biochemicals “hümik asitlerin geliştirilmiş ilk, doğru ve en geniş alanda antiviral maddeler olduğunu” söylemektedir. Koksaki A9, HSV-1, HSV-2, HIV gibi enfeksiyonlarda çalışmalar yapmışlardır. İlaçların yanı sıra, hümik asitler kan ürünlerinin virüslerden uzaklaştırılmasında kullanılabilmektedir.

Hümik asitler anti-mikrobiyal özellikler göstermektedirler. Doğal hümik asitler sentetikleri kadar C. albicans, Ent. cloacae, Prot. vulgaris, Ps. aeruginosa, S. typhimurium, St. aureus, St. epidermidis, Str. Pyogenes gibi türlere karşı önleyici bir durum sergilemişlerdir. Aynı zamanda hümik asitler anti-viral özellikler de göstermektedirler. Özellikle retroviruslere karşı oldukça etkilidir. Ayrıca koksaki virüs A9 , HSV-tip 1, HSV-tip 2, HIV, grip virüsü tip A ve grip virüsü tip B türü virütik patojenler hümik asitlerin oldukça etkilediği türlerdir. Hümik asitlerin enzimatik sentezi ile enzimatik olmayan sentezi arasındaki kıyaslama şu neticeyi göstermiştir; enzimatik sentezli hümik asitler enzimatik olmayanlardan on kat daha etkili biçimde HSV Tip 1 ve Tip 2’yi tedavi etmiştir. Hümik asitler ayrıca hücre bağışıklığını uyarmaktadırlar. İnsan papilloma virüsü-HPV’yi önlediği tespit edilmiştir. Hümik asitler rahim ağzı iltihabına (cervicitis) şifa olmuştur. Hümik asitler tarafından “heparin” türü bir hareket gösterilmektedir. Ayrıca hümik asitler “östrojen”e benzer hareket sergilemektedirler. Bu durum, onların rahim kanseri kontrolünde fonksiyonlarının etkili olduklarını hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda göstermişlerdir.

Hümik asitler dahil anti-viral maddelerin sitotoksik etkileri biyolojik ve biyokimyasal test metotları ile değerlendirilmiştir. Doğal olarak oluşan hümik asitlerin insan dış yüzeyine ait kan lökositleri için hücre zehirlemesi 1-9 mg/ml dozda gerçekleşmemiştir. Buna ilaveten MT-2 hücreleri için hidrokuinondan hazırlanmış sentetik bir hümik asit yaklaşık 600 mg/ml dozda uygulanmıştır. Doğal olarak oluşan toprak maddelerinden damıtılan hümik asitlerden elde edilen ilaçların hem karserojene hem de mutasyona neden olmadıkları tespit edilmiştir. Hümik asitlerin doğum öncesi, embriyotoksik ve teratojenik etkileri günlük 5-50 mg/kg ca doz seviyelerinde gözlenmiş ve olumsuz bir neticeye rastlanmamıştır.

Hümik asitlerin anti-viral mekanizması virüslerin hücreye hücumunu vetranskripsiyon ile transkripsiyon öncesi hazırlıkların bloklaşmasını önlemekle gerçekleşmektedir. Hümik asitler virütik zarfların üzerine açıktan yapışmaktadırlar; örneğin, HIV gp120 gibi. Ayrıca, hümik asitler hücresel reseptörlere virüslerin ileri boyutta yapışmasına mani olmaktadırlar. Humat bileşikleri, HIV-1 enfeksiyonun meydana gelişimini güçlü bir şekilde engelleyen, ihmal edilebilir zehirliliğe sahip, bağışıklık hücresi koruyucu etkileri olan, topraktan ayrıştırılan ve hümik asitlerden doğal olarak oluşan maddelerdir. Sentetik humatlar doğal benzerleri kadar suda çözülebilir amorf katılardır. Yaşayan organizmaların dışındaki yapay ortamda sentetik humatlar ve doğal bir benzeri 25 mg/ml konsantrasyonda hücre zehirlemesi yapmadan HIV-1’i tamamen engellemiştir. Aynı çalışmada karşılaştırma bakımından AZT, HIV-1’i 60 mg/ml konsantrasyonda dikkate değer hücre zehirlenmesi ile önlemiştir. Sentetik humatlar ve doğal bir benzeri olan hümik asit, enfeksiyona uğramış T hücreleri limfoma’dave monosit hücre hatlarında HIV-1’i etkili bir şekilde engellediği tespit edilmiştir.

Kalsiyum hidroksiapatit oldukça önemli osteokondüktifbir maddedir. Bu madde ana dokuyu yeni kemik dokularının oluşumunun depolanması için “kılavuz” olarak desteklemektedir. Fakat, kalsiyum hidroksiapatit oldukça yavaş emilmektedir. Sentetik hümik asitle aşılanmış kalsiyum hidroksiapatit dikkate değer biçimde emilme işlemini uyarmaktadır. ‘X-ray diffraction’ analizi ile belirlendiği üzere hümik asitlerin kollajen lifleri ile hidrojen bağı kadar kovalent bağ ve çapraz bağ teşekkülü sağladığı görülmüştür. Ayrıca tendonmukavemetinin %75 oranında arttığı tespit edilmiştir.

Hümik asitlerin böbrek taşını (kalsiyum oksalat) bertaraf ettiği tespit edilmiştir (Dizman, 2006). Hümik asitler, güçlü iyon değiştirici olmaları sebebi ile kalsiyum oksalatın kalsiyum iyonunu aşağıda resimde görülen mekanizma ile bağlayarak böbrek taşını yok etmiştir. Yine böbrek taşlarından ürat taşlarını da idrar pH’ını yükselterek çözünür hale getirmiş ve idrarla atılmasını sağlamıştır.

Doğal ve sentetik hümik asitler 14 günlük test süresince 100-300 mg/gün doz seviyesinde insanlardaki gronülositlerin fagositik ve bakteriyolojik hareketlerini uyardığı tespit edilmiştir. Burada 600 mg/gün doz seviyesinde gronülositlerin bakteriyolojik ve fagositik özelliklerinin geçici ve önemsiz olarak arttığı da bulunmuştur.

Hemostaz üzerine doğal ve sentetik hümik asitlerin etkileri çalışılmıştır. Hümik asitlerin 100-300 mg/kg ca doz seviyesinde kanama zamanı, pıhtılaşma zamanı, thrombin zamanı, prothrombin zamanı, kaolin-sefalin zamanı, oglobulin erime zamanı, fibrinojen konsantrasyonu, platelet sayımı veya ADP-trombosit kümeleşmesi üzerine etkisi olmamıştır.

Farelerde karaciğerin 2/3’nün hepatektomiile alınmasından sonra karaciğer dokusunun yenilenme görevini test etmek maksadı ile doğal hümik asitlerin etkisi üzerine bir çalışma yapılmıştır.İlk olarak, hümik asitlerin 20 mg/kg ca/gün dozdaki kısa dönem uygulaması ornithine dekarboksilaz hareketini engellemiştir. Ayrıca, karaciğerin genel onarma kabiliyetinde azalma, DNA, RNA ve spermidin eldesinde düşüşe sebebiyet vermiştir. Bunun aksine, uzun dönem çalışmada hümik asitler ornithine dekarboksilazı uyarmış, karaciğerin toplam ağırlığında artış sağlanmış, RNA ve DNA seviyeleri kadar spermidin ve histamin miktarında da artış sağlanmıştır. Bu tespit edilen etkiler hümik asitlerin poliamin biosentezini engellemesi nedeni ile olmaktadır.

Turbadan elde edilen hümik asitlerin 40-360 mg/ml konsantrasyonda verildiği zaman fare karaciğer mitokondrisinde solunumu uyardığı tespit edilmiştir. Hümik asitler yaşayan organizmaların dışındaki suni çevrede mitokondride oksidatif fosforilasyonun verimini 40-400 mg/ml konsantrasyonda arttırmıştır.

Sodyum humatın Co-radyasyonun ölümcül dozlarına maruz bırakılmış melez farelerin ortalama ömrünü uzattığı bulunmuştur.

Hümik asitlerin sitokin üretimini uyardığı tespit edilmiştir. Ayrıca sitokine ilaveten interferonları ve tümör nekroz faktörüne uyardıkları tespit edilmiştir.

Histopatolojik çalışmalar göstermiştir ki doğal olarak meydana gelen hümik asitler timüs bezini uyararak morfolojik değişikliğe sebebiyet verebilmektedirler.

Doğal hümik asitler, koruyucu olması bakımından, farelere verildiğinde etanolun mide mukozasına yapmış olduğu zararı büyük ölçüde bertaraf etmişlerdir. Ayrıca hümik asitler deneysel olarak mide ve on iki bağırsak ülserine maruz bırakılmış işlemin tedavisinde hızlı ivme sağlamıştır.

Lipozom-kapsüllü veya serbest sodyum humatlar tavuklara intra-kardia’dan, ağızdan veya deri altından verilmiş ve bir çeşit farmakokinetik değerler tespit edilmiştir. Lipozom-kapsüllü sodyum humatın kan temizliği, serbest sodyum humattan veriliş tarzına bakılmaksızın daha yüksek olmuştur. Fakat ekstravasküler verildikten sonraki ‘yarı ömrün bertarafı’ intra-kardia’ya verilme sonrasından daha uzun olmuştur. En yüksek ilaç konsantrasyon değerleri sodyum humatın kan sirkülasyonu içine enjekte edilmesi ile nüfuz edilişinin çok yavaş olduğunu göstermiştir. Sodyum humatın biyolojik olarak elverişliliği veriliş metoduna ve doz miktarına bağlıdır. Serbest sodyum humatın intra-kardia’dan veriliş şeklinin yanı sıra deri altından verilmesinin biyo-elverişliliği oldukça yüksek olmuştur. Sentetik hümik asitler %1 su/yağ emülsiyonu ile hızlıca dermisten içeri girdikleri ve daha sonra da dikenli tabaka içinde bir hazne oluşturdukları tespit edilmiştir.

Hümik asitler organik ve inorganik polimerik bileşikler içeren kompleks karışımlardır. Bu karışımların içerikleri toprağın türüne ve özümleme metotlarının tipine göre değişiklikler arz etmektedir. Hümik asitlerin kimyasal özelliklerini tespitte kullanılan teknikler şu şekilde sıralanabilir: kapillari elektroforez, ultrasantrifugasyon, elektro paramagnetik rezonans ve infrared spektroskopi, değişik solvent ve diğer ayrıştırma metotları, gaz kromotografi, gaz kromotografi-kütle spektrometri, jel-geçirgenlik kromatografi, HPLC, kütle spektrometri ile, NMR ve poliakrilamid jel elektroforez .

Hümik asitlerin kimyasal olarak çok iyi tarif edilememiş olmalarından dolayı, doğal olarak oluşanlarına benzer fizikokimyasal özellikler içeren sentetik hümik asitlerin hazırlanışı oldukça zordur. Fakat bu alanda birçok dikkate değer gelişmeler olmaktadır. Üç genel strateji geliştirilmiştir. Bütün stratejiler başlangıç olarak hidroksibenzoik asite bağlıdırlar. Daha sonra daha büyük molekül elde edebilmek için kendi aralarında başlangıç molekülünü polimerize etmektedirler. Bu metotlar mikrobiyal, kimyasal ve enzimatik olarak meydana gelme şeklinde değişiklikler arz etmektedir. Robert-Gero ve arkadaşları hümik asitlerin mikrobiyal orijinlerini tanımlamışlardır. Klocking hümik asitlerin kimyasal sentezini gerçekleştirmede öncülük etmişlerdir. Hümik asitlerin kimyasal sentezinde dikkate değer başka çalışmalar aurintrikarboksilik asit, türevleri veya ilgili bileşikler üzerinden Clercq ve arkadaşları tarafından çalışılmıştır. Hampton, hümik asitlerin enzimatik katalitik sentezini 1960’lı yılların başlarında hazırlamıştır. Ayrıca, Hampton, enzimatik olarak okside olmuş fenollerin fitopatojenik virüsleri pasifize ettiğini bulmuştur. o-difenol oksidaz, hümik asit benzeri maddelerin enzimatik sentezi için kullanılmıştır.

Free Hit Counter

iletişim : humik.asitler@gmail.com








28 Şubat 2009 Cumartesi

Hümik Asitlerin İnsanlara Faydaları

Editör : Mümin DİZMAN

Birçok bilim adamı hümik ve fülvik asitleri ideal sağlığın elde edilmesindeki “kaybolmuş bağ” olarak ifade etmişlerdir. Hümik ve fülvik asitlerin birçok değişik alanda uygulanması nedeni ile “alamet-i fârika” olarak nasıl iş gördüğünü anlatmak bir hayli zor meseledir. Fakat, birçok kapsamlı bilimsel çalışma hümik maddelerin gücünü ispatlamıştır. Bu çalışmada hümik ve fülvik asitlerin gücünü keşfedeceğiz.

Hümik maddelerin (hümik ve fülvik asitlerin) nasıl oluştuğuna dair birçok teori geliştirilmiştir. Şu bir gerçek ki hümik maddeler Allah (c.c.)’nin yarattığı mükemmel, doğal biyokimyasal maddelerdir. İnsanoğlu topraktan gelmiştir, toprağa gidecektir. Hümik maddelerin ana kaynağı da topraktır. Turbadan, topraktan, sudan, bitkilerden, canlı organizmalardan, komposttan vb. gibi birçok kaynaktan elde edilebilen hümik maddelere Kur’an-ı Kerim’in A’lâ süresi 4 ve 5 ci ayetlerinde şu şekilde işaret edilmektedir:

“4.’Yemyeşil-otlağı’ çıkardı.
5. Ardından onu kuru, kara bir duruma (çerçöpe) soktu.”

Bu ayetlerin tefsirini Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır sadeleştirilmiş biçimde şöyle yapmıştır:

4. O yaratma ve düzene koyma, takdir ve hidayet etme şahitleri ile beraber şu nitelik de buna özellikle şahittir: Otlağı çıkaran odur. Nâziât Sûresi’nde, “Ondan (yerden) yerin suyunu ve otlağını çıkardı. Dağlarını oturttu. Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için”(Nâziat, 79/31-33) buyurulduğu üzere insanların ve hayvanlarının faydalanıp yararlanması için güdek ve yaylım yeri olan o merayı; o otlakla, o yaylalar, çiftlikler, bahçeler, ormanlardaki türlü bitkiler, ağaçlar ve meyveleri ilâhî kudreti ile taptaze yetiştirip çıkardı.

5. Sonra da onu kapkara bir sel köpüğüne çevirdi, gübre ve kömür haline getirdi ki bunların en belirgin kabiliyetleri yanıp tutuşarak ateşe hizmet etmektir… Burada biri kısa ve toplu, diğeri ayrıntılı iki göz atma ve düşünce vardır: BİRİNCİSİ, otlaklardaki yeşil bitkilerin kuruyup dökülerek veya hayvanlar tarafından yenilip çıkarılarak sel sularının süpürüp sürükleyeceği gübre ve tortular haline getirilmesidir ki, o zaman kömür gibi siyah veya esmer, yanabilir nitelikte bir madde olur kalır. İKİNCİSİ, yerküre katmanları ve maden ilimlerinde bahsedildiği üzere karbon (kömür) teşekküllerine ait “turp (turba)” denilen yanabilir madde ile taşkömürlerinin oluşum şekillerine işaret olmasıdır…

“Keşfu’l-Esrari’n-Nuraniyyeti’l-Kur’âniyye”de bu âyetin tefsiri ile ilgili olmak üzere yerküre katmanlarıyla uğraşan âlimlerin taşkömürü hakkındaki inceleme ve keşiflerinden bahsederek der ki: Günlük gazlı arazi yüzeyi üzerindeki boşluklarda ve az meyilli vadilerde ve bataklık olan engin yerlerde bitkilerden birtakım tortular oluşur ki bunlar çözüldükçe onlardan yanabilir bir cisim meydana gelir. Bu çöküntü ve tortular ancak özel durumlarda oluşur. Akarsularda ve derin havzalarda ve suyu bazı zamanlar kuruyan yerlerde oluşmaz. Bu cisme turp (turba) ismi verilir. Bunun oluşumu özellikle suda devamlı gömülü duran nebatat-ı haleviyyenin (tohumsuz ve yapraksız küçük bitkilerin) üst üste birikmesinden kaynaklanır. Bunlar diğer çeşitli su bitkileri gibi hızla çoğalırlar. Bu tortuların asıl hamuru, yani su bitkilerinin hepsini kuşatan madde onlardan oluşur. Bazan da nehir sularının çektiği bir çok bitki de onlara katılıp çözülmelerine yardım eder ve çok kere bunların farklı derinliklerinde, özellikle aşağı kısımlarına doğru gömülmüş büyük ağaçlar bulunur. Tortunun oluştuğu kum ve kuru balçık üzerinde yığılmış olurlar. Bazan da bu ağaçlar dikey vaziyette olurlar. Çoğu zaman da yerlerinde turpun oluştuğu o yerin engininde sabitleştirilmiş köklerinin yakınında kırılmış bulunurlar. Bazan bu ağaçlar turpun oluşumundan önce sabit oldukları yerde gömülmüş tam ormanlardan çıkıyor gibi bir düzeye bırakılmış bir durumda çok sayıda olur. Bunlar asrımızın bitkilerine nispet olunur zamklı sakızlı (reçine) ve meşe ağacı türleridir. Bazan da kuşdili türünden olurlar. Reçine türü ağaçlar aşağı yukarı tabiî hallerinde kalırlar. Çünkü bunlar sertliklerini korurlar. Fakat kurumuş ve tuz haline gelmiş olmakla kararmışlardır. Turpun oluştuğu sahalarda sığır boynuzları, deve kemikleri gibi memeli hayvanların kalıntıları da bulunur. Turpun oluştuğu sahalar farklı arazi türleri üzerinde birikip yığılırlar. Bazan da billurlaşmış arazi üzerinde toplanırlar ve her halde kum veya balçık tortuları ile başlamamış olması nadirdir. Turpu oluşturan maddelerden bazılarında öyle bitki kalıntıları bulunur ki, birbiri üzerine yığılmış muhtelif kalınlıkta bir tek kütle olmuş, altta kalan parçasına doğru daha çok kararmış ve giriftleşmişti. Bazısında da birbirinden ayrılmış tabakalar şeklindedir. Bunlar kendilerini örten sıra sıra tortulardan oluşmuş, farklı kalınlıklarda tortularla ayrılmışlardır. Bu tortular da kumdan ve alçı yahut kuru balçık, yumuşak taştan oluşmuştur. Birçok tatlı su kavkılarını ve ırmak sularının çektiği kara kavkılarını içerir.

Çok kere turpun yüzeyi sularla örtülüdür. Bazan da rutubet ve neme uygun farklı bitkiler biten bir arz ile örtülü olur. Yukarıda turpun, ancak derinliği az suların altında oluştuğunu söylemiştik. Fakat çok kalın turp tortuları da vardır. Bunlar özel durumlarda oluşmuşlardır. Bu tortuların bulunduğu yerlerde, büyük bir ihtimalle, oluşumları sırasında ard arda düşme ve inmeler olmuştur. Buna delil turp içindeki toprak bitkilerinin tabakaları ve turpu oluşturan maddelerin sahasında yerlerine yıkılmış ormanlar gibi atılmış ağaçlardır. Bunlar öyle hallerdir ki o toprağa bir zaman kuruluk arız olmuş, sonra diğer bir zaman sularla örtülmüş ve bu minval üzere devam etmiş demektir. Turp maddelerinin toprak yüzeyi üzerinde yayılmaları çoktur. Onun için bütün yüksekliklerde arzın değişik boşluklarını işgal ederek farklı genişlikte havzalara ayrılmış olur. Bir kısmı Alp Dağları’nda olduğu gibi dağ başlarında ve Fransa’nın merkezinde ve benzeri yerlerde olduğu gibi yüksek dağ yüzeylerinde bulunur. Engin ovalarda da çok miktarda bulunur. Hatta Prusya’da ve Hollanda’da olduğu gibi büyük genişlikleri kaplar.

Turpun çoğu nehir bitkilerinden oluştuğu gibi bazısı da denizlere bitişik bataklıklarda oluşur. Buralarda Turp tortuları su yosunu türlerinden ve deniz bitkilerinden oluşur. Nitekim okyanusun kumluk sahillerinde böyledir. Bazan da dağlar üzerinde bitki yapraklarından ve nemli vadilerin diplerinde birikip yığılan değişik kalıntılardan geçici tortular hasıl olur. Bundan iyi olmayan bir turp çıkar. Yakmak için kullanılması mümkün olmaz…

İşte detayına girmeden şöyle kısa bir bakışla bakıldığı zaman otlaklarda taptaze çıkan bitkilerin bir müddet sonra kuruyup çürüyerek gübre ve kömür gibi kara bir çerçöpe çevrildiği görüldükten başka, derinlemesine bir bakışla bakıldığı zaman da bütün maden kömürlerinin dahi mahiyetinin, bitkilerin sular içinde ölüp çözümlenerek çevrildiği kara bir bitki artığından ibaret olduğu ve dolayısıyla “Karamsı bir sel kütüğü” tabirinin buna da işaret etmekte bulunduğu anlaşılır. Yüce Allah bu yerküre üzerinde ne otlaklar, ne bitkiler, ne ormanlar çıkarmış, sonra da onları ziftli, katranlı kapkara bitki artığı, bir çöp yığınına çevirmiştir. Bütün bunlar onun yaratması, düzene koyması, takdir edip bir halden başka bir hale çevirmesi ile Rab’lığının eseridir… ”

Hümik ve fülvik asitler, hayatın içinde birçok yerde karşımıza çıkması nedeniyle ‘çok yönlü’ organik maddelerdir. Hümik maddeler tabiatta canlı ve cansız maddeler arasında bağ sağlamaktadır. Hümik maddeler Allah (c.c.) tarafından canlı ve cansız maddeler arasındaki boşluğa köprü olması bakımından yaratılmıştır. Ayrıca, hümik maddeler faydalı olarak etkileme ve canlı organizmalara hayatlarının değişik kademelerinde rehberlik etme kabiliyetine sahiptirler. Suda yeteri kadar hümik madde çözündüğü zaman su yeni bir yapıya geçerek molekül olarak yeniden yapılandırılmış olmaktadır. Özellikle, hümik asitler, suyu tıbben de ispatlanmış olan değerli piramit şekilli moleküller haline (tetrahedron) döndürmektedir. Maalesef, halen bilim ve tıbbi çevrelerde bu maddeler yeteri kadar iyi bilinmemektedir. Kimyacılar, bu maddeleri yeterli düzeyde sentezlememişler ve köklü biçimde açıkça tanımlamamışlardır. Bunun nedeni nedir? Bunun sebebi hümik maddelerin oldukça küçük boyutta, karmakarışık yapıda, doğal olarak oluşan ve suda çözünebilen yeryüzündeki ender maddelerden olmasıdır! Hümik maddeler küçük miktarlarda suyun moleküler yapısına dönüşmektedir. Bu dönüşüm esnasında yoğunlaşarak oldukça aktif hale geçmekte ve nüfuz edebilir hale gelmektedir. Ayrıca, suya çözünme ve nakletme vazifelerinde besinleri hücrelere taşıyarak ve atık maddeleri uzaklaştırarak yardımcı olmaktadır. Ağır metalleri, yabancı maddeleri ve toksinleri nötralize ederek de yardımcı olmaktadır. Bu sıradışı özelliklerinin neticesi olarak, bazı bilim adamları homeopatik (bir hastalığın yol açtığı hastalık belirtilerinin, aynı belirtileri sağlam bir insanda ortaya çıkarabilecek ilaçların çok düşük dozlarda verilmesiyle ortadan kaldırılabileceği ilkesine dayanan tedavi yöntemi) çarelerde etkisini arttırmak için hümik asitlerin bulunmasına inanmaktadır. Bilim adamları hümik maddelerin canlı organizmaların geçmişteki yapılarından gelen DNA’larının küçük parçacıklarından daha farklı bir şey olmadığını keşfetmişlerdir. Diğer bir deyişle, hümik maddeler hayata anlam, enerji, sağlık ve dünya ile onun içinde yaşayan canlı türlerine yenilik vermesi bakımından ‘tabiatın sütü’dür. Bu ‘süt’ sağlık ve tıp tarihindeki en önemli buluşlardan biri olmaktadır.

Tarımın mevcut yapısı, organik tarımın yaygın olmamasından dolayı, toprakların ve sağlığın zarar görmesine neden olmakta ve sonuçta da insanlığın ölümünü getirmektedir. Mineral maddeler takviye edildiği zaman bile birçok organik gübre ürünleri sadece kısa süreli biyolojik açıdan elverişlidirler. Neticede, vücudumuz bu mineralleri uygun biçimde alamamaktadır. İşte bu noktada, hümik maddeler insan vücudunun ihtiyaç duyduğu mineral maddelerin alımını sağlamaktadır. Teknik olarak anlatmak gerekirse, hümik ve fülvik asitler iyon değiştirici gibi metal bağlayan negatif yüklü moleküller içermektedir. Bu moleküller, küçük atom kütleli metal iyonlarını bırakırken daha ağır olan metalleri bağlamaktadır. Bu şu anlama gelmektedir: Hümik maddeler mineral ve iz element alımını vücudumuzda dengeleyerek ve herhangi bir zehirleyici etki yapmayarak desteklemektedir. Mineraller hümik maddelerle suda temas hale geçtiğinde doğal olarak iyonik formda çözülmektedirler. Bu mineraller tam anlamı ile hümik maddelerin bir parçası olmaktadır. Bir kez mineraller hümik maddeler içinde çözünürse biyolojik olarak aktiftirler, elverişlidirler ve organiktirler.

Hümik asitler hayatımızda düzenli olarak tüketildiği zaman ilk neticeler arasında enerjinin artması ve buna bağlı olarak da moralin yükselmesi gözlenecektir. Diğer etkileri ise iştahın azalmasını, derin ve yüksek kaliteli uykuyu, ağrıların ve eklem veya fiziksel yaralanmaların azalmasını içermektedir. Ciddi bir yozlaşma ortamında yaşayan herhangi bir canlı için bu bir iyileşme krizi olabilir! Bu durumda vücut önemli bir temizlenme konumuna girecektir. Bağırsaklar, böbrekler, deri, akciğer, karaciğer gibi organlar hepsi yavaş yavaş olumlu etkilenecektir. Diğer bir deyişle, vücut toplanmış olan ağır metal, parazit, fungi gibi zehirli maddelerin bertarafını gerçekleştirecektir.

Yaşlandıkça vücudun kimyasal dengesinin birçok yönü dengesizleşmektedir. Hümik maddeler vücuttaki bu kimyasal dengeyi homeostaz (organizmada normal şartların devamlılığı) sağlayarak korumaktadır. Bu da hümik maddeleri süper bir anti-aging (yaşlanmayı önleyen) ve gençlik iksiri yapmaktadır.

Hümik maddeler insanlar için bilinen en ince elektrolittir. Bu elektrolitlerin hayatın tüm aşamalarında canlılığı onarma kabiliyeti vardır. Elektrolit potansiyelimiz kaybolduğu zaman enerjimizi ve sağlığımızı geri getirir. Esasında bu elektrolit kaybı neden yaşlandığımızın ana nedenidir. Fakat, hümik maddeler hem elektron alıcı hem de verici olduklarından elektrokimyasal dengeyi sağlamaktadır. Hümik maddeler diğer anti-aging ürünlere takviye olarak kullanılmakta ve onların etkilerini de arttırmaktadır. Ayrıca, hümik maddeler yaşlanmanın yan etkilerini ve belirtilerini tedavi etmekte veya geciktirmektedir. Hümik maddelerin en heyecan verici özelliklerinden biri de bağışıklık sistemini oldukça güçlendirmesi, düzenlemesi ve çok yaygın alanda etkilemesidir. Bunların yanı sıra hümik maddelerin (hümik ve fülvik asitlerin) insan sağlığına etkileri aşağıda görülmektedir:

· Lenfosit (kanda, kemik iliğinde, lenfte bulunan, tek ve çok iri çekirdekli, küçük, renksiz bir kan hücresi) üreterek timüs bezinin hareketini uyarır.

· Makrofaj ve T-hücrelerinin üretimini aktive eder.

· Granülositleri (nötrofil, bazofil ve eozinofil gibi özel granülleri ihtiva eden kan hücresi) uyarır.

· İnterferon-gamma, alfa ve beta içeren sitokin (hayvan ve bitki hücrelerince üretilen, hücrelerin birbirleriyle iletişimini sağlayan protein ve peptidlerin bir grubu) üretimini tetikler.

· Tümör Nekroz Faktörü (TNF-alfa) üretimini uyarır.

· İnsan sağlığına zararlı serbest uçları yakalayıcı olarak hareket eder.

· Hayati önem taşıyan elektrolitleri sağlar.

· Besin elementleri elde etmeye ve taşımaya yardımcı olur.

· İnsan vücudundaki enzim reaksiyonlarını katalize eder.

· Sindirimi arttırır.

· Metabolizmayı uyarır.

· Gerekli temel ve iz elementleri bağlar, onları organik hale getirir.

· Ağır metalleri ve atık maddeleri bağlayıp vücuttan atılmasını sağlar.

· Yüksek kan basıncını düşürür.

· Vitamin ve mineral takviyelerinin gücünü arttırır.

· Şifalı otların, çayların ve tentürlerin etkilerini çoğaltır.

Aşağıda adı geçen hastalıkların tedavisinde yardımcı olur:

ü Üst gastrointestinal (mide-bağırsak) hastalığı

ü Kansızlık

ü Eklemde kireçlenme (artrit)

ü Astım

ü Kanser

ü Kronik bronşit

ü Kronik yorgunluk sendromu

ü Kolon enfeksiyonu

ü Bunama

ü Yüksek şeker

ü Hazmetme problemleri

ü Büyümüş dalak

ü Sara hastalığı

ü Göz bozuklukları

ü Safra taşı

ü İdrar yolu problemleri

ü Kan kaybı

ü HSV-1 ve HSV-2

ü Ateşli hastalıklar

ü Hormon kontrolü ve bağışıklık sistemi düzenlenmesi

ü Grip

ü Sarılık

ü Keratit (kornea iltihabı)

ü Hemoroit

ü Sinir sistemi bozuklukları

ü Sağırlık ve dilsizlik

ü Aklî gerileme ve inme

ü Solunum yetmezliği

ü HIV

ü Mide ülseri

ü İdrar yolu virüsleri

ü Tüberküloz

ü Tiroit dengesizlikleri

ü Kanser

Hümik asitler vücutta yüzeysel olarak uygulandığında da problemleri bertaraf etmektedir:

ü Açık yara ve deri ülserini tedavi eder.

ü Yanıkları en az ağrı ve izle iyileştirir.

ü Deri yanıkları sebebi ile oluşan renksizliği bertaraf eder.

ü Anti-mikrobiyal ve fungusit olarak işlem görür.

ü İsilik, kaşıntı ve deri tahrişlerini tedavi eder.

ü Kesik ve aşınmaların iyileşmesine yardımcı olur.

ü Böcek ve örümcek ısırıklarının iyileşmesini sağlar.

ü Zehirli sarmaşık ve zehirli meşeyi nötrlemeye yardımcı olur.

Hümik asit, 21 ci yüzyılın seçkin sağlık ve bilim buluşlarındaki anahtar elementlerinden biri olarak hemen akla gelecektir. Onun hastalıkları iyileştirme üzerine yararları bilinmesine ve dünyanın bir kısmında yüzyıllardır kullanılmasına rağmen modern bilim adamları ve doktorlar halen hümik asiti sıradan potansiyele sahip bir molekül olarak hatırlamak istemektedirler. Hümik asit her zaman doğal olarak bitkilerde ve toprağın organik kısmında meydana gelmektedir. Fakat, doğallığı bilinmesine rağmen hümik asit sadece son zamanlarda kendisinin şaşırtıcı faydalarını anlayanlar tarafından kullanılmaktadır. Özellikle, batı ülkelerinde halkın genelinden, sağlıklı bakım üzerine çalışan profesyonellerden ve aktar-ecza depolarının lider kuruluşlarından artan bir ilgi görmektedir.

Hümik asit hücre hayatını ve biyolojik özellikleri dengeleyebilmekte ve onlara enerji verebilmektedir. Şayet bir hücre kendi normal kimyasal dengesine ve elektriksel enerjisine ulaşırsa hücrelere hayat verilmiş demektir. Araştırmacılar, ideal sağlığı yakalamada en az 90 besin elementine ihtiyaç duyulduğu yıllardan beri bilmektedirler. Bu besinler minimum 59 mineral, 16 vitamin, 12 amino asit ve 3 yağ asidini içermektedir. Fakat gıda tüketerek, yiyecekleri tadarak ve birçok vitamin alarak bu hayati besin elementlerinin kullanımı ve emilimini garanti etmek mümkün değildir. Vücut gıda veya takviyelerinden besin elementlerini alamadığı zaman kapı her zaman hastalıklara açık kalmaktadır. Bilim adamları, hümik asitin vücut tarafından emilebilir besin elementi olduğunu, hastalıklar ve acı veren sağlık problemleri üzerinde etkili bir tesir meydana getirdiğini tespit etmişlerdir. Onlar hümik asiti hayatın iksiri olarak isimlendirmişler ve hayatın onsuz yaşanmayacağını varsaymışlardır.

Hümik asitin tarımsal faydaları toprakları ıslah etmede ve radyoaktif ile zehirli atıklarını bertaraf etmede çok yüksek potansiyele sahiptir. Ayrıca, sağlıklı gelişimi arttırırken hayvanların yemlerindeki antibiyotik ihtiyacını da azaltmaktadır.

Birçok insan, topraktan çözünmemiş minerallerin bitkilerce doğrudan alınmamasını anlamamaktadır. Bu moleküller kullanım için çok büyüktür. Tabiatın yaratılmış orijinal planında bitkilerin ve ağaçların köklerinde çalışan yararlı mikroplar büyük mineral molekülleri çözmek için hümik asitleri meydana getirmektedir. Daha sonra da hümik asitler bu çözünmüş mineralce zengin maddelerin bitkilere geçişini sağlamaktadırlar. Hümik asitlerin, topraktaki minerallerin ve küçük bir güneş ışığının yardımı ile bu sağlıklı bitkiler vitaminleri üretme kabiliyeti göstermektedirler. Bitkilerce kullanılmayan fazla hümik asit içme suları içine yıkanmaktadır. Eski zamanlarda sağlıklı hayatın fazlaca yaygın olmasının sebebi bu içme suyuna karışan hümik asitlerin çözünmüş minerallerle beraber bulunmasıdır. Ayrıca, hümik asitlerin gerek bitkiye geçişi ve gerekse de mineral nakli yapmasından dolayı meyvelerin ve sebzelerin besince zengin olması geçmiş zamanlarda yaşayan insanların neden daha sağlıklı olduğunu izah etmektedir. Fakat, her şey normal plan dâhilinde güzel iken insanoğlu daha fazla mahsul ve daha fazla kalite sağlamak için NPK’yı (azot, fosfor, potas) keşfetti. Maalesef, tarım ilaçları ve kimyasallar gibi NPK da hümik asitleri üreten topraktaki mikropları öldürmektedir. Minerallerin doğal dengesinin al-aşağı edilip yerine görünümü güzel, verimi yüksek ve hızlı gelişim sağlamış bitki yetiştirmesi almıştır. Hümik asit koruması ve beslemesi olmaksızın hastalıklar bitkilere hücum etmektedir. Bu hastalıklarla mücadele için daha fazla tarım ilacı kullanımı uygulanmış ve daha da hümik asitlerin topraktaki doğal oluşumu engellenmiştir. Günümüz tarımında kimyasal kullanımının bu kısır döngüsü sebebi ile birçok besin takviyesi sağlıklı bir hayatı sağlamada ihtiyaç duyulan hümik asitleri karşılamamaktadır. Hümik asitler olmaksızın bitkiler, hayvanlar ve insanlar mineralleri, vitaminleri veya diğer besin elementlerini tüketememektedirler. Bu durum da modern insanın tecrübe ettiği salgın hastalıklara sebebiyet vermektedir.

Hücreler alüminyum, kurşun, arsenik, cıva gibi mineralleri organik, çözünmüş ve kompleks maddeler olarak sunuldukları zaman kabul veya ret etme kabiliyetine sahiptirler. Metaller, mineraller ve iz elementler hümik asitlerle kompleks yaptıkları zaman orijinal yapılarından ayrılarak tam olarak yeni bir kullanım özelliğine kavuşmaktadırlar. Birçok organik mineral besleme hücrelerine kullanılmamaktadır. Bunun yerine, hümik asitin elektrolit çözeltisi içinde elektrotlar olarak hareket etmeğe ihtiyaçları vardır. Bu kapasitede onlar biyolojik reaksiyonlar, elektron transferi, katalitik reaksiyonlar ve trans-mutasyon için gereklidirler.

Hümik asitler zehirli metalleri ve diğer toksinleri vücuttan uzaklaştırma ve kompleksleme kabiliyetine sahiptirler. Hümik asit mineral çözeltileri insanlar tarafından insanlık var olduğundan beri tüketilmektedir. Günümüze kadar da hümik asitlerin organik olmalarından dolayı zehirli mineral oluşumuna neden olduğu tespit edilememiştir.

Hücresel elektrik enerjisinin vücudun hayat kuvveti olduğu bilinmektedir. Hücreler elektrik enerjisi azaldığında ölmekte veya ayrışmaktadır. Hücre içindeki elektriksel ve kimyasal dengelerin elektrotlarla meydana getirildiğine ve kontrol edildiğine inanılmaktadır. Öyle ki bu elektrotlar vücudun küçük bir pil şarj cihazıdır. Bilim adamları hümik asitlerin insanoğlu tarafından kullanılan en güçlü doğal elektrotlardan biri olduğunu bildirmişlerdir. Çok güçlü biçimde şarj edilmiş hümik asit molekülleri hücresel hayatı dengelemektedirler. Bu dengeyi gerçekleştirmede canlı hücrelere kendi canlı enerjilerini yükleyerek, tekrar üreterek, düzenleyerek ve göndererek elektriksel potansiyeli restore etmektedirler. Hümik asitler çözünmüş mineral komplekslerin, elementlerin ve hücrelerin birbirleri ile elektriksel olarak reaksiyona girmesi için ideal çevreyi sağlamaktadırlar. İnsanların enzim üretimine, hormon yapılarına yardım etmekte ve vitaminlerin kullanımı için gerekli olmaktadırlar. Ayrıca, metabolik prosesler için de gerekli oldukları tespit edilmiştir.

Hümik asitler aynı zamanda bilinen en güçlü doğal anti-oksidantlardan ve serbest radikal temizleyicilerden biridir. Onlar hem pozitif yüklü hem de negatif yüklü bağlanmamış elektronlarla reaksiyona girme kabiliyetine de sahiptirler. Serbest radikalleri zararsız bir şekilde bertaraf etmektedirler. Hümik asitler serbest radikalleri ya yeni kullanılabilir bileşiklere çevirmekte veyahut ta atık olarak onları elimine etmektedirler. Benzer şekilde ağır metalleri temizlemekte ve atıkları detoks yapmaktadırlar.

Kendiliğinden oluşan belirli koloidal mineraller hal-i hazırda hücrelerce kullanılabilir değildir. Hümik asitler minerallerle birlikte koloitleri etkili hale getirmektedirler. Piyasada birçok koloidal mineral küçük oranlarda hümik asitler içermektedir. Buradaki amaç etkiyi arttırmaktır.

Düzenli olarak besleme yapıldığında bireysel hücreler tüm metabolik işlemler için gerekli olan kendi amino asitlerini, enzimlerini ve diğer faktörleri üretmeye muktedirler. Her hücre kendi enerjisini yakmakta ve kendisi için kullanmaktadır. Vücudun toplam metabolizmasının her hücrede gerçekleşen metabolik işlemlerin toplamı olduğunu anlamak gerekmektedir.

Modern tarımın bir hedefi vardır: rekabet edebilir, kolayca satılabilir bolca mahsul üretmek. Çok verim almak maksadı ile ve toprağın hastalanması ile meydana gelen yan ürünlerin açtığı hastalıkları kontrol etmek için nitratlı gübrelerden bolca toprağa uygulama yapılmaktadır. Bu durumda hayati önem taşıyan mikroorganizmaların yok edilmesine neden olmaktadır. Zira, bu canlılar hümik asitlerin meydana getirilmesinde baş aktör durumundadırlar. Sonuçta şunu söylemek mümkündür:

Hasta Toprak = Hasta Bitki = Hasta İnsan

Mikroplar toprakta tüketildikleri zaman inorganik mineraller organik minerallere bitkilerce dönüştürülememektedir. Nitrat gübresinin hala kullanılması ise normal bitki proteinlerinin oluşumunu engellemekte, böceklere hücum eden kullanışlı olmayan amino asitlerin olağan üstü bolluğunu stimule etmektedir. Böcekler hastalıklı bitkileri yemeleri için yaratıldıkları için çoğalan bir istilaya sebebiyet vererek hastalıklı çiftlik mahsulleri böcekler için gıda kaynaklarını arttırmaktadır. Çiftçilerin buna tepkisi ise mahsullerini bu istiladan korumak için daha çok böcek ve mantar ilacı uygulamak olmaktadır. Bu durum mineralleri bitki besinlerine çevirmekte gerekli olan tamamıyla çok hayati mikroorganizmaları engellemekte veya yok etmektedir. Bu yetersiz gıdaları yiyen tüketiciler olarak çok geniş çaplı mineral ve vitamin eksiklikleri yaşamaktayız. Şayet vücudumuz yoğun bir şekilde ihtiyaçlarını karşılayan malzemelerden mahrum bırakılırsa yıllar geçtikçe sağlığın korunması küçük şanslara kalmıştır. Birçok hastalığın aniden ortaya çıkmasının bilinmesine rağmen, üzücü gerçek yılların besin ve hümik asit eksikliğinin bir sonucu olarak karşımıza çıkacaktır. Herhangi bir ciddi belirti gözükmeden önce hastalık hücresel seviyede başlamaktadır.

İnsan ve hayvanların birçok hastalıklarını tedavi etmek için vitamin ve minerallerin dozajlarının arttırılması önde gelen araştırmacılar tarafından onlarca yıldır savunulmaktadır. Fakat, vitaminlerin özel mineral ko-faktörü ve hümik asit olmaksızın hücrenin metabolizmasında görevlerini tamamlayamayacağını düşünmek önemlidir.

Hümik asitlerin sıvı formda tüketilmesi onun en güçlü avantajlarından biridir. Sıvı formun emilmesi geleneksel tablet veya kapsül takviyelerinkinden daha fazladır. Zira emilim ağızda başlamaktadır. Ağızdaki sensörler tüketilecek gıdanın işlenmesinde ihtiyaç duyulan hazmedici enzimlerin neler olduğunu belirlemektedir.

Serbest radikaller bir ya da daha fazla eşleşmemiş elektron içeren oldukça büyük reaktif moleküllerdir. Bunlar vücutta büyük zarar verene kadar devir daim etmektedirler. Dokuları bozmalarına ilaveten yaralanmış hücrelerin enfeksiyonlara karşı zayıf düşmesine de yol açmaktadır. Bunun sonucu olarak da kansere kadar varan problemler oluşabilmektedir. Şayet sağlıklı bir vücut hedefiniz ise kendinizi serbest radikal hücumlarından koruyacak hareketi yapmanız gerekecektir. Son zamanlarda hava, su ve gıdadaki serbest radikallerin fazlaca artması vücudun doğal savunma mekanizması üstünde büyük bir gerilime neden olmuştur. İnsan vücudunun serbest radikallere karşı ilk savunma hattı, anti-oksidantlardır. Hümik asitler ise bilimsel olarak da ispatlanmış oldukça güçlü ve değerli bir anti-oksidanttır. Chen Y. Sesei ve M. Schnitzer’e göre, hümik asitler tesirli bir biçimde serbest radikallerin oksidatif etkilerini azaltma kabiliyetine sahiptirler. Bu şu anlama gelmektedir: hümik asitler potansiyel olarak insan vücudunu kanser, erken yaşlanma, cilt kırışıklıkları ve romatizma gibi rahatsızlıkların meydana gelmesine karşı korumaya yardımcı olmaktadır. Bahsi geçen tüm rahatsızlıklar oksidasyonla hızlandırıldığı düşünülmektedir. Serbest radikallerin tanımlanmış üç kategorisi vardır (süper oksitler, peroksitler ve hidroksil radikaller). Buna karşılık tanımlanmış birçok temizleyici söz konusudur. Serbest radikal temizleyicilerinin her biri değişik kategorileri ortadan kaldırmaktadır. Hümik asit olmaksızın doğru serbest radikal temizleyicisinin doğru miktarda seçimi oldukça zordur.

Bir serbest radikali bağlamada kullanılacak anti-oksidant için anti-oksidant molekülü eşit ve zıt yüklü eşleşmemiş serbest radikal elektronuna sahip olmalıdır.

Hümik asitlerin en güzel yanı çift yönlü süper anti-oksidant oluşlarıdır. Hem negatif hem de pozitif yük taşımaktadırlar. Elektrokimyasal dengeyi meydana getirmede verici (donör) veya alıcı (aseptör) olarak hareket edebilmektedirler. Hümik asitler eşleşmemiş pozitif yüklü elektronlara sahip serbest radikaller ile karşılaşırsa serbest radikallerin kötü etkilerini nötrlemek için eşit ve zıt negatif yük sağlamaktadır. Benzer şekilde, negatif yük için de pozitif yük üretmektedir.

Sonuç olarak, hümik asitler geniş bir silah deposu, çok güçlü bitki kimyasalları ordusu, biyo-kimyasallar, süper yüklü anti-oksidantlar, serbest radikal temizleyicisi, süper oksit dismutazı (süper oksidi hidrojen perokside ve oksijene çeviren enzim), besin elementleri, enzimler, hormonlar, amino asitler, antibiyotikler, anti-viraller ve anti-fungaller içermektedir. Hümik asitler aynı zamanda şelat yapabilen biyolojik olarak elverişli şelatlı bir moleküldür. Organik minerallerin ve diğer hücre besinlerinin arıtıcısı ve nakliyecisi olarak, hümik asitler serbest radikalleri şelatlayarak kötü etkiden iyi etkiye dönüştürme kabiliyetine sahiptirler. Serbest radikallerin kimyasal yapılışına bağlı olarak hümik asitler biyolojik bakımdan kullanışlı besin elementlerini destekleyen hayatın bir parçası olmakta ve işbirliği yapmaktadır. Serbest radikallerin kimyasal yapımının bir faydasının olmadığı anlaşıldığında onlar şelatlanmakta ve atık bir ürün olarak vücuttan dışarı atılmaktadır.

Referanslar

19 Mart 2007 Pazartesi

HÜMİK ASİTLER HAKKINDA BİLİMSEL MAKALELER

Editör : Mümin DİZMAN

  1. HÜMİK MADDELERİN BİYOTA’YA DOĞRUDAN ETKİSİ

Kaydol: Kayıtlar (Atom)

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLER VE TİROİT

17 Nisan 2009 Cuma

Hümik Asitlerin Tiroit Bezine Etkileri

Doğal terapiler, birçok ciddi rahatsızlıklara neden olan hipotirioidizm (düşük tiroit), hipertirioidizm (yüksek tiroit), Graves Hastalığı (hipertirioidizme bağlı, gözlerin ileri fırlak olduğu ve tiroit bezinin büyüdüğü bir hastalık; egzoftalmik guatr), Wilson Sendromu gibi tiroit hastalıklarını önleyip tedavi edebilmektedir. Tiroit problemi olan birisinin ana hedefi vücutta birikmiş toksinleri bertaraf ederken vücuda yeni toksin girişini engellemektir. Tiroidin bozulması, ya düşük ya da yüksek olması, genellikle vücut tarafından kaynaklanan otoimmün (doğuştan gelen bağışıklık) yansıması nedeni iledir. Bu yansıma, dokuların vücuda yabancı madde algılaması nedeni ile bağışıklık sisteminin tiroit bezine hücum eden antikorları ürettiği durumdur. Normal hormon üretimi alt-üst olmuştur. Genellikle, bunun nedeni tiroit bezi dokularında tehlikeli toksinlerin, klorlu maddelerin, virüslerin, patojenlerin, enfeksiyonların, yediğimiz gıdalardan gelen tarım ilaçlarının, yapısı değiştirilmiş enzimlerin veya hormonların artmasındandır. Böyle durumlar ayrıca boğazda şişliğe, tümörlere ve kansere neden olabilmektedir.

Vücudun ilk savunma hattı uygun bir yüksek kaliteli hümik asit preparatı içeren gıda takviyesine başlamaktır. Hümik asitler (humat tuzları) bitki orijinli olup suda çözünebilen doğal maddelerdir. Hümik asitler vücuda kan yolu ile yayılan, hatta hücrelerin içlerine kadar nüfuz eden birçok iyileştirici fitokimyasallar ve enzimler içermektedir. Tıp fakülteleri ve hastane çalışmaları göstermiştir ki özellikle hazırlanmış hümik asit özütleri anormal tiroit hormonu salgısını düzenlemektedir. Bu durum hücresel seviyede onların RNA ve DNA’yı düzenleme kabiliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Yapılan benzer çalışmalar da hümik asitlerin bağışıklık sistemini düzenleyen immunomodülatör gibi hareket ettiklerini göstermiştir. Hümik asitler bilinen en güvenli ve en güçlü antiviral maddelerden biridir. Teknik anlamda antibiyotik olmamalarına rağmen onların antibiyotik benzeri etkileri aynı derecede küçük miktarlardaki penisilinin gücüyle kıyaslanmaktadır. Antibiyotiklerden farklı olarak, farmakolojik ilaçların ortak sorunu olan hastalığın herhangi bir antibiyotik mukavemet gerilimini meydana getirmeksizin süreye bağlı kalmadan hümik asitlerin kullanılabilmesidir.

Hümik asit özütleri doğal bir şelat terapisi üretmektedirler. Onlar vücudu, karaciğeri ve sindirim sistemini toksinin, ağır metallerin, klorlu yan ürünlerin vb. yapısına yapışarak detoks yapmaktadır. Burada onları etkisiz hale getirmekte, nötralize etmekte ve atık ürünler olarak onları vücuttan uzaklaştırmaktadırlar. Hümik asitler ayrıca mikro besin elementlerini uyaran hormon tedarikini yaptığı kadar tehlikeli serbest radikalleri etkisizleştirerek de doğanın en güçlü antioksidanları olarak vazife görmektedirler.

Düşük tiroit bezi düzenli görev yapabilmesi için yeterli miktarda organik iyot gerektirmektedir. Buradaki organikten maksat, karbon molekülüne bağlı olan iyodun bitkisel kaynaklı olmasıdır. Yüksek kaliteli, güvenli ve her daim alınabilir iyot hümik asitlerde bulunmaktadır. Diğer güvenli ve etkili kaynağı ise kelpten (yüksek miktarda hümik asit içeren bir tür yosun) gelmektedir. Günlük 2000 ila 3000 mg dozda kelp güvenli ve etkilidir. Diş macunlarında bulunan florur da dâhil vebadan kaçar gibi klor ve flordan sakınmak gereklidir. Yumuşak sularda kullanılan fosforik asit de florur içerebilmektedir. Klor ve flor kimyasal olarak iyotla alakalıdır ve tiroit bezinde iyot reseptörlerini bloklayarak onunla rekabet etmektedir.

Tiroit hormonu tirosinden yapılmaktadır. Tirosin vücudun gerekli bir amino asit olan fenilalaninden çevirdiği bir amino asittir. Vücut proteinleri amino asitlere dönüştürmek için parçalamaktadır. Yetersiz protein alımı veya sindirim ve metabolizma boyunca dönüşüm problemleri tirosin alımını sınırlamaktadır. Bu durum PKU’ya (fenilketonüre) sahip kişilerde özellikle daha yaygındır. PKU vücudun fenilalanini tirosine düzenli olarak çeviremediği bir durumdur. Düşük kan plazma seviyesi düşük tiroitle birleştirilmiştir. Tirosin saflaştırılmış su veya meyve suyu ile en iyi aç karna alınmalıdır. Tiroit takviyesinde yetişkinler için günlük doz, süt ve diğer proteinli gıdalardan bağımsız, özellikle yemeklerden bir saat önce yaklaşık 1000 mg’dır.

Minerallerden bir tanesinin fazla olmasının bir diğerinin eksikliğine neden olduğu bilinmektedir. Vücutta bakırın fazla bulunması tiroit fonksiyonlarının düşük olmasının en önemli nedenlerinden biridir. Fazla miktardaki bakır, tiroit reaksiyonlarında gerekli olan mangan, demir ve selenyumla birlikte çinkonun fonksiyonunu engellemektedir. Gıda takviyelerindeki hümik asitler, mineraller arası uygun dengeyi sağlamaya yardımcı olmaktadır. Onlar fazla bakırı şelatlayıp vücuttan atmaktadır. Hümik asitler arzu edilen doğallıkta uygun dengeyi koruyarak minerallerin güvenli-doğal-organik-bitkisel formlarını sağlamakla vücudu beslemeye yardım etmektedir. Bilimsel tıbbi çalışmalar göstermiştir ki tiroit fonksiyonlarını doğal olarak tamir etme ümidi vardır. Vücut besin elementlerinin uygun seviyelerine ulaştırılırsa tiroit yine çalışmak için bir şans yakalamış olabilecektir. Birçok vakıada beslenme terapistleri, vücut sıcaklığı düşerken tiroit fonksiyonunun sadece birkaç aydan sonra çalışmaya başladığını göstermiştir. Dikkatli ve önlem alınarak yapılan beslenme muhtemelen en güvenli ve iyi tedaviyi sağlayacaktır.

Birçok ciddi sağlık problemine neden olan teşhisi konulamayan düşük tiroit toplumun %70’ini etkilemektedir. Düşük tiroitli hamile kadınların düşük IQ’lu çocuklara sahip olabileceği tehlikesine vurgu yapılmıştır. Araştırmalar ayrıca düşük tiroidin kalp krizi tehdidini yükselten kolesterol seviyesini arttırdığını göstermiştir. Aşağıdaki tabloda düşük tiroidin meydana getirebileceği bazı problemler görülmektedir.

Çok az doktor gün geçtikçe sürekli kötüye giden teşhis edilemez tiroit problemini anlamakta veya bilmektedir. Birçok insan, neden kaynaklandığı doğru biçimde belirlenemeyen oldukça gerçekçi ve ciddi belirtilere sahiptir. Bundan dolayı da yanlış hastalık için tedavi olmaktadırlar. Hatta hastalara belirtilerin psikosomatik (zihni ve ruhsal faktörlerden vücut işlevlerini etkilemesi ile beliren) bir durum olduğu söylenip psikiyatristte gönderilmektedir. Düşük tiroidin teşhis edilemeyen belirtileri ve tehlikeli sonuçları yukarıdaki tabloda görülmektedir.

Gıda zincirinde bulunan bileşikle alakalı tehlikeli bir klorür olan dioksin düşük tiroidin nedenlerinden biridir. Diğer bir zehirli madde de içme suyunun klorlanması ile üretilmektedir. Özellikle bu klorlu su gıda olarak tüketilen bitki fitokimyasalları ile karıştığı zaman daha farklı bir tehlike oluşmaktadır. Gıdalarda bulunan hormon benzeri bitki besin elementleri klorür ile yapısı değiştirilip bezlere sürekli zarar veren mutajenlere dönüşmektedir. Günümüz gıdalarındaki değerli fitokimyasalların ciddi eksikliği de besinsiz kalmış hormonsal fonksiyonlardan sorumlu olabilmektedir.

Bilim adamları tiroidi ölçmek için basit bir yöntem geliştirmişlerdir. Bu yönteme göre, basit bir termometre ile vücut sıcaklığı ve nabız sayısı tespit edilmektedir. Sabah uyanıldığında henüz daha yatak iken koltuk altına termometre konularak vücut sıcaklığı ölçülüp 36.5°C ila 36.7°C arası bir değer elde edildiğinde ve nabız da 65–75 adet/dak arası olduğunda tiroit normal demektir. Bu değerlerin altında düşük tiroit belirtisi ve üstündeki değerlerde de yüksek tiroit belirtisi tahmin edilmektedir. Gün içi saat 10 gibi veya öğlen yemeğinden yarım ila bir saat sonra yapılan ölçümde vücut sıcaklığı ortalama 37°C ve nabız da 84 adet/dak olması normal karşılanmıştır.

Geleneksel tıp maalesef tiroit problemlerini çözmede aciz kalmıştır. Tıp düşük tiroit seviyesini ölçmede TSH (tiroidi uyaran hormon) testi kullanmaktadır. Bu test çok doğru neticeler vermemektedir. Bunun sebebi ise tiroit seviyesinin ancak bir kısmının ölçülmesindendir. Tiroit hormonları vücutta doğal olarak doğru biçimde çalışıyorlarsa bu testler tiroit seviyelerini göstermemektedirler. Aynı belirtileri gösteren birçok insan doğru tedaviyi kan seviyelerinin normal çıkmasından dolayı alamamaktadırlar.

İlaç firmaları genelde bir işe yaramayan sentetik levotiroksini üretmektedirler. Bu ürünler, tiroit hormonlarının en aktif olanı T3’e (triiyodotironin) dönüştürmede kullanılmak için karaciğere bağlı bulunan T4’e (tiroksin) sahiptirler. Birçok vakıada sentetik tiroit ilaçları, kan testleri normal olsa bile doğru bir şekilde dönüşümü yapamamaktadır. Sentetik tiroit ilaçları ile tedavi edilen hastalar sıklıkla yan etkilerle karşılaşmaktadırlar. Fakat T4, T3, T2 ve T1 hormonları içeren doğal kurutulmuş tiroit verildiği zaman hastalar kendilerini daha iyi hissetmektedirler. Birçok hekim, hastalıkla bir alakaları olmayan büyük ilaç firmaları tarafından hastalığın ciddi ve potansiyel ölümcül olduğu yönünde çok kötü biçimde telkin edilmektedir. Çalışmalar, sentetik tiroit ilaçlarının vücudun kemik kütlesini %13 azalttığını göstermektedir.

Referanslar

Editör: Mümin DİZMAN

humik.asitler@gmail.com

Gönderen HÜMİK ASİTLER zaman: 06:51 0 yorum

Kaydol: Kayıtlar (Atom)

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLERİN TIPTAKİ BAZI UYGULAMALARI

10 Nisan 2009 Cuma

Tıbbi Mülahazalar ve Hümik Maddelerin Uygulamaları

Yazarlar : Prof. Dr. Renate Klöcking & Dr. rer. nat. Bjorn HelbigInstitute for Antiviral Chemotherapy, Friedrich Schiller University, Jena, Germany

1- Takdim.

Doğadaki en büyük karbon rezervlerinden birini oluşturan hümik maddeler birçok değişik kaynaktan meydana gelebilmektedir. Örneğin, hümik maddeler mikroorganizmalardaki biyosentetik yolların bitiş ürünleri, bitkilerdeki değişim ve bozulma ürünleri ile kahve kavurma gibi kavurma işletmelerinde meydana gelen polimerler olarak oluşabilmektedir. Şaşırtıcı olarak, hümik maddelerin yüksek UV emmesinden sorumlu olan kahverenklerinin yanı sıra, hümik maddelerin polimerleri birçok özelliklere sahiptir. Düşük moleküler ağırlıklı organiklerle ve inorganik bileşiklerle olduğu kadar diğer biyopolimerlerle reaksiyona girme ve metallerle şelat kompleksleri oluşturabilme kabiliyeti buna örnek verilebilir. Birçok değişik parçalardan oluşan yapısı, karboksil ve hidroksil grupların komşuluğu, indirgeme-oksitleme ve çözme-birleştirme potansiyelleri hümik maddelerin birçok önemli özelliklerinden bazılarıdır. Bu durum, hümik maddelerinin dünya yüzeyinin önemli biyojeokimyasal parçası olduğunu göstermeğe yetmektedir. Bu maddelerin geleneksel kullanımı olan yakıt ve organik gübrenin yanı sıra, hümik maddeler tıbbi malzemeler için hammadde ve ayrıca özel endüstriyel ürünlerin sentezlenmesinde başlama materyalidirler.

Bu bölümde hümik maddelerin tıbbi ve veterinerlik uygulamaları üzerine odaklanacağız. Bunu çevre sağlığının birçok mülahazalarını bir tartışma ile izleyeceğiz. Son olarak, hümik maddeler türü alışılmışın dışında biyopolimer hazırlamanın ihtimalleri ve onların potansiyel kullanımı ile uygulamaları üzerine ileriye bir bakış yapıcağız.

2- Tarihsel özeti.

Turbanın (peat) çamur terapisi (balneoterapi) olarak kullanımı, hümik asitlerin en önemli tıbbi uygulamasını hacmine, geniş alanda tedavi edici özelliğine ve geleneğe bağlı olarak göstermektedir. Hümik maddece zengin olan ağırlıklı çürümüş orman turbası, çamurun faydasını bilen yerlilerince Babil’de ve Roma imparatorluğunda çok uzun zaman önce tedavi amaçlı kullanılmıştır (Priegnitz, 1986). Sağlık kliniklerinin spesiyalitesi olarak çamur banyoları 19 cu yüzyılın başlarında Avrupa’da önerildi. Çamur tedavisi için geleneksel uygulamalar jinekolojik ve romatizmalı hastalıklar olmuştur (Baatz, 1988; Kleinschmidt, 1988; Kovarik, 1988; Lent, 1988). Turba hamuru içeren çamur banyolarının yanı sıra, içme kürleri kadar askıda turba malzemeli banyolar daha sonraları özellikle gastrit, bağırsak veya karaciğer hastalıklarında uygulanmıştır (Kallus, 1964). Almanya’da sağlık kliniklerinde sıkça önerilen turba tedavisi uygulamaları Tablo 1’de özetlenmiştir.

Bu uygulamalar değişik kas-iskelet, jinekolojik ve deri rahatsızlıklarını içermektedir. Kötü huylu tümörler kadar akut iltihaplar ve enfeksiyona bağlı rahatsızlar kontrendikasyonlar olarak dikkate alınmaktadır. Yüksek sıcaklıktaki turba tedavisinin ilk etkisi, emsalsiz derin hipertermidir (aşırı vücut ısısı). Bu ısı kan sirkülasyonunu ve tedavi edilen hastanın tekrar yenilenme işlemini geliştirmektedir. Derin sıcaklık çamur banyosunun özel fiziksel yoğunluğu ile meydana getirilmektedir. Düşük sıcaklıklı turba terapisi için tedavi edici etkiler rapor edilinceye kadar (Balasheva ve Gadzhi, 1971), hümik maddeler (ve muhtemelen diğer kimyasal bileşikler) hem kimyasal ve hem de biyolojik etkileri ile iyileştirme gücüne katılması ciddi olarak önerilmiştir. Son çalışmasında Bellometti et al. (1997), osteoartrit (kıkırdağın ilerleyen bozulması ile karakterize edilen romatizmal bir hastalık) üzerine çamur banyosu terapisinin olumlu etkisini gösterebilmiştir. Turba tedavisinin, interlukin-1 (IL-1) ve tümör nekroz faktörü alfa (TNF-a) gibi iltihap işaretleyicilerinin seviyesi kadar, kondrosit (kıkırdak hücresi) yapısını etkilediği gösterilmiştir. Iubitskaia ve Ivanov (1999), osteoartrit hastalarının balneoterepiye ilave hümik asit katkısını açıkça göstermişlerdir. Turba yerine sodyum humat kullanmanın ağrı giderici, iltihap giderici ve yağ hafifletici etkilerini ortaya koymuşlardır. Ayrıca, hümik asitin düşük konsantrasyonu ve diğer çamur faktörlerinin etkilerinin kaybolması nedenleri ile sodyum humat işlemlerinin hastalarca iyi tolere edildiği ispatlanmıştır.


Çamur banyosu yapılırken hastaya verilen hümik maddelerinin ne dereceye ve ne kadar olduğu sorusu halen cevap beklemektedir. Sıcaklık, iyonik mukavemet ve pH değeri gibi uygulama şartlarının çamur terapisinin gücünü etkilediği düşünülmektedir.

3- Tıptaki uygulamaları ile hümik maddelerin farmakolojik etkileri.

Turba tedavisi ile yapılan dikkate değer olumlu tecrübelere rağmen, turba bileşenlerinin farmakolojik ve psikolojik etkilerinin elverişliliği hakkında sadece sınırlı bilgiler mevcuttur. Fakat, hümik maddelerin biyolojik etkilerinin tarafımızdan anlaşılması son on yıl boyunca ciddi olarak artmıştır. Bu biyolojik etkilere anti-viral aktivite, kanın koagulasyonu ve fibrinolizi üzerine etkileri, östrojenik aktivite ve çevresel olarak zararlı maddelerle toksikolojik bakımdan reaksiyonu sayılabilir. Bu bölümde hümik asitlerin tedavi edici kullanımları hakkındaki etkilerini tartışacağız.

3.1- Anti-viral aktivite (virüs yok edici özelliği).

Hümik maddelerin anti-viral etkileri üzerine çalışmalar, tavuk gübresi içeren turba tozu vasıtası ile oluşan ayak ve ağız hastalıklarına karşı başarılı mücadeleden sonra başlatılmıştır (Schult, 1962, 1965). Başlangıç olarak Koksaki A9 virüs (Enterovirüs cinsinden RNA virüsüdür. Üst solunum yolu ve gastrointestinal sistem yolu ile girer. Mukozo ve mukozo altı lenfoit dokuyu enfekte eder. İnsan tek doğal kaynaktır. A ve B tipleri vardır. Koksaki A el-ayak-ağız hastalığı, yeni doğan ishali gibi problemler yapar.), grip A virüs ve herpes simpleks virüs (HSV-1) (Sinir hücrelerine yerleşen bu virüs, birçok insanda görülen uçuk sebebidir. Bağışıklık sisteminin zayıfladığı durumlarda etkin hale geçer. Uçuk virüsü, bulaşıcıdır. Gelişimini baskılamak üzere uçuğun ilaçla tedavisi mümkündür. Uçuk virüsü, 180-250 nm boyundadır. Genetik materyali DNA’dan oluşur. İnsanların %80 inin hayatlarında en az bir kez uçuk geçirdiği araştırmalarla görülmüştür.) ile yapılan in vitro (canlı organizmanın dışındaki suni ortam) çalışmaları, hem açık hem de zarflı DNA virüslerine karşı hümik maddelerin etkili olduğunu ortaya koymuştur (Klöcking ve Spröbig, 1972, 1975; Thiel et al., 1977). Polifenolik bileşiklerden elde edilen sentetik hümik asitler için de aynı durum geçerlidir. Hatta bazı durumlarda doğal hümik asitlere nazaran etkileri daha fazladır (Thiel et al., 1976, 1981; Klöcking et al., 1983; Eichhorn et al., 1984; Hils et al., 1986). Anti-viral olarak en çok etkili olan sentetik polimerlerden biri, kafeik asitin oksidasyon ürünüdür (KOP). KOP’un in vitro’da HSV-1 üzerindeki etkisi, doğal olarak oluşan turba hümik asiti ile kıyaslanarak Şekil 1’de gösterilmektedir. Daha gelişmiş araştırmalar hümik asit türü polimerlerin HIV-1, HIV-2, sitomegalovirüs (CMV) ve vaccinia virüsünü önlediğini teyit etmişlerdir (Schols et al., 1991; Neyts et al., 1992). Poliovirüs tip 1, Semliki orman virüsü, parainfluenza virüsü tip 3, reovirüs tip 1 ve Sindbis virüs türlerine karşı herhangi önleyiciliği bulunamamıştır.


Adenovirüs tip 2 ve ECHO virüs tip 6 doğal hümik asitlere ya az tepki göstermiş veya hiç göstermemiştir. Tablo 2’de hümik asit ile benzeri polimerlerin yarı-maksimum anti-HSV-1 inhibe konsantrasyonu (IC50) ve yarı-maksimum sitotoksik konsantrasyonları (CC50) özetlenmiştir.



Hümik asit ve benzeri sentetik polimerlerin herpesvirüsün çoğalmasının erken safhası üzerindeki etkileri hayvan deneyleri ile teyit edilmiştir. HSV-1 enfekteli tavşanın kornea tabakasındaki yara sayısı hümik asit benzeri polimer olan KOP (%1) çözeltisi, enfekte ajanından hemen sonra göz kapakçığına uygulandığı zaman ciddi olarak azalmıştır. Fakat, KOP, 1 ve 24 saat sonra uygulamanın ardından yaranın gelişimi üzerine herhangi bir etkisi olmamıştır (Klöcking et al., 1994). Bugün ki ilgi ise hümik asit tipi maddelerin nüks eden HSV enfeksiyonu üzerine profilaktik etkisine yoğunlaşmıştır. KOP’un yüzeysel uygulaması deneysel olarak, fare kulağında önemli ölçüde yayılmış olan herpesi, mekanizması tam olarak açıklanmasa da, ya tamamen bastırmış veya azaltmıştır (Dürre ve Scindler, 1992).

Hidrokuinondan sentezlenmiş düşük moleküllü hümik asit benzeri bir polimer (HS 1500 Mol. Ağ. = 1500 dalton) kuvvetli biçimde in vitro HIV-1’i engellemiştir (Schneider et al. , 1996). Aksiyonun mekanizması üzerine çalışmalar konakçı hücreler içine giren virüsü anti-HIV-1 hareketinin hedefi olarak ortaya çıkarmıştır. HS 1500, Draize’e göre göz tahrişini içeren ön klinik testlerin bir panelini geçmiştir. Hassasiyet ve tahriş edici etkileri %10 hümik asite kadarki konsantrasyonlarda ölçülememiştir (Wiegleb et al., 1993; Lange et al., 1996a,b). Euphorbiacae şurubundan özümlenen SP-303, anti-viral özellik gösteren bir başka fenolik polimerdir. Bu polimer parainfluenza virüsü tip 1, solunum syncytial virüsü, grip A ve B virüsleri gibi virüslerin solunumlarını engellemektedir (Gilbert et al., 1993; Wyde et al., 1993). Kan yuvarlarının birleştirilmesi (hemagglutinasyon) ve diğer çalışmalar göstermiştir ki SP-303 en azından kısmi olarak virüsle doğrudan veya konakçı hücrenin yağ zarları ile etkileşim göstererek virüsleri hareketsiz kılmaktadır. Anti-viral konsantrasyondaki SP-303 interferonu (hücrelerin virüslere karşı oluşturdukları özel savunma maddesi) uyarmamış veya virüs yapışmasını önlememiştir. Fakat, konakçı hücreler içine RSV girişini yok etmiştir. Grip A/HK virüsü enfekte edilmiş fareye ve RSV enfekteli pamuk tavşanlarına karşı küçük partiküllü aerosol şeklinde verilen SP-303 (0,5-9,4 mgr/kg/gün) 3-4 gün boyunca farelerin ömürlerini uzatmıştır. Birlikte alınımında sonuçlar göstermiştir ki hümik maddeler viral hastalıkların tedavisinde terapatik kullanımdan ziyade profilaktik (hastalıktan koruyucu) kullanımı adaylara ümit vermektedir.

3.2- İltihap giderici etkisi.

Turba terapisinin değişik iyileştirme etkileri hümik maddelerin iltihap giderici hareketine dayandırılmıştır. Taugner (1963) tavşan patisindeki ödem modelinde göstermiştir ki sodyum humat ciddi olarak tedavi uygulanmayan kontrol denekleri ile kıyaslandığında değişik ödemlerin gelişimini engellemiştir. Klöcking et al. (1968) tarafından aynı modelde bulunduğu üzere, turba suyundan ayrıştırılan amonyum humat sodyum humatın iltihap giderici etkisini geçmiştir. Ayrıca, asetilsalisilik asit ve aminofenazondan amonyum humatın etkisi iki kat daha fazladır. Amosova et. al. (1990), Tambukan terapatik çamurundan elde ettiği hümik asitin biyolojik aktivasyonunu incelerken hümik asitin (10 mg/kg) iltihaplanma fazlarından olan eksudayı (%44 ile) ve proliferasyonu (%50-55 ile) bastırdığını bulmuştur.

Hümik maddelerin iltihap giderici etkisi inandırıcı bir biyokimyasal açıklama ile desteklenmiştir. Schewe et. al. (1991) tarafından gösterildiği üzere, doğal olarak oluşan hümik asit ve daha çok sentetik hümik asit benzeri polimerler arachidonik asitin (AA) lipoksijenaz gidiş yolunu önlemiştir. AA hücre zarının ayrılmaz bir parçasıdır. Ayrıca, AA leukotriene, thromboxane ve prostacyclin gibi eicosanoid temelli iltihap aracılarının sentezi için substrattır. Son zamanlarda değişik birçok sentetik hümik asit benzeri polimer kadar sodyum humat da insan promonositik U937 hücrelerinin ısı ile (42°C, 6 saat) AA salınımını bastırmak için kullanılmıştır (Dunkelberg et al., 1997; Klöcking et al., 1997). AA salınımının engellenmesi 3,4-DHPOP (%96) ve 3,4-DHTOP (%92) polimerlerinin zehirli olmayan konsantrasyonu ile (20 mg/mL) tedavi edilen hücrelerde çokça telaffuz edilmiştir. CHOP, sodyum humat, KOP ve BOP %65-90 oranında membran zararından hücreyi korumuşlardır. Bu bulgular hümik asit tipi maddelerin zar koruyucu aktiviteleri için bir gösterge olabilmektedir. 5-lipoksijenaz enziminden farklı olarak, fosfolipaz A2 (domuz pankreası), AA kademesinin anahtar enzimini sınırlayan oranı, kuvvetli biçimde düşük hümik asit konsantrasyonunda (0.1-1 mg/mL) aktive edilmiştir. Yüksek hümik asit konsantrasyonlarında ise ya normalize olmuştur veya yavaşça engellenmiştir (Klöcking et al., 1999).


Şekil 2, hidrokafeik asitin oksidasyon ürünü olan HYKOP için doz-tepki eğrisinin tipik konsantrasyona bağlı durumunu göstermektedir. Doz-tepki eğrisinin şekli, PLA2 aktivitesi üzerinde düzenleyici bir etki elde etmek için hümik maddeleri önermektedir. İltihap üzerinde hümik maddelerin değişik moleküler ağırlıklarının etkisi hakkında çok şey bilinmemektedir. Ön-iltihap aktivitesi, sentetik düşük moleküler ağırlıklı HS 1500 (1500 Dalton ağırlığındaki hümik maddeler) ile birleştirilerek bulunmuştur. HS 1500 TNF-a’ya benzeyen insan nütrofillerini hareke geçirmektedir. (Zeck-Kapp et. al., 1991). Liang et. al. (1998), tavşan eklemsel kondrositlerini araştırırken ticari Aldrich hümik asitlerinin (100-500 mg/mL) etil asetat fraksiyonunun bir engelleyici etkisi olduğunu göstermiştir. Hücre yaralanmaları, öncelikle H2O2’ye dönüştürülen üretiminin bir sonucu olduğuna inanılmıştır. Bunun sonucu olarak, hücre nekrozu ile izlenen yağ peroksidasyonu başlatılmaktadır.

Elektron verici-alıcı sistemi olarak hümik maddelerin fonksiyonuna istinaden Jurcsik (1994) hümik maddelerin tavrını ‘tamponlama etkisinin’ sonucu olarak değerlendirmiştir. Bu şu anlama gelmektedir; hümik asitler aktif oksijeni bağladıkları kadar onu üretebilme kabiliyetine de sahiptir. Kanserli hücrelerin öldürülmesi ve yara iyileştirilmesi üzerinde hümik maddelerin tatmin edici etkisi için bu düzenleyici sistemin önemli olduğu farz edilmiştir (Jurcsik 1994).

3.3- Kan koagülasyonu ve fibrinoliz üzerine etkisi.

İkincil yapışmaları ve tekrarlanan yumurtalık kapanmalarını önlemek için ameliyat sonrası bakım kadar döl yatağı borusu ve yumurtalığa ait iltihaplardan sonra füzyon terapisi ve hastalık gelmeden yapılan bakım turba terapisinin önemli tedavi şekillerindendir. Füzyona (kaynama), fibrinin çözünebilir fibrine bozulmasını ameliyat sonrası olarak azaltılması ile neden olunmaktadır. Karnı yarılmış tavşanlarda Mesrogli et. al. (1988) tarafından gösterildiği üzere turba özütlerinde ameliyat sonrası banyolar, turba hamuru veya hümik asit açık bir yapışma-önleme etkisine sahiptir. Bu etkinin muhtemel açıklaması, doku tipi plasminojen aktivatörünün (t-PA) hümik asitlerin neden salıverme sebebi ile aktifleşmiş fibrin bozulması olabilir. t-PA antitrombotik (kanın pıhtılaşmasını engelleme) müdafaa mekanizmasının düzenleyicisi olarak kabul edilmektedir. t-PA plasmonojeni plasmine dönüştürmektedir. Bu durum da çözünmez fibrini çözünebilir fibrinojen ürünlerine bölmektedir (Klöcking, 1991). Buna ilaveten, hümik asit, koagülasyon enzimi thrombini engellemektedir. Böylece, fibrinojenden fibrin monomeri oluşumunu bastırmaktadır (Klöcking, 1994; Klöcking, 1999). Diğer polianyonik bileşiklerle kıyaslandığında (heparin, pentosanpolisulfat), hümik asitlerin antikoagulant etkisi daha az ifade edildiği bulunmuştur.

3.4- Östrojenik etkisi.

Aschheim ve Hohlweg (1933) tarafından turbanın bitümen kısımlarındaki östrojenik maddelerinin ilk olarak belirlenmesinden bu yana, östrojenik maddelerin doğasını tanımlayan teşebbüsler yapılmıştır. Steroid hormonların turbanın colpotropik (vajinal ve servikal-rahim epitelyası) etkisinden sorumlu olduğu varsayımı kimyasal analizlerle ciddi olarak teyit edilmiştir. Sonuç olarak, turbanın östrojenik aktivitesine, çözünebilir yağ hormonlarının ilavesi ile, diğer turba bileşiklerinin katkısının olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. ICR’daki (USA Kanser Araştırma Enstitüsü) fareleri kısırlaştırma çalıştırmaları hem doğal turba hümik asitleri ve hem de sentetik hümik asit benzeri polimerler Allen-Doisy testinde pozitif olduğunu göstermiştir (Klöcking, 1992). Sodyum humatın östrojenik aktivitesi estriol (gebe kadın idrarında bulunan östrojenik bir madde) standart testinde 1/3000 olduğu tespit edilmiştir. Kuru turbanın hümik asit içeriğine işaret ederek, bataklık turbasının östrojenik aktivitesinin 5000 kez daha yüksek olduğu varsayılmıştır. Turbanın östrojenik aktivitesinden sorumlu kısımlarının tartışması sürmesine rağmen sonuçlar, hümik asitin -deriye geçiş yapabilen sağlanmıştır- turbanın östrojenik etkisine katkısı olabileceğini önermiştir. Bu bulgular, ayrıca, hümik maddelerin dermatoloji ve kozmetikte kullanımı için ipuçlarına sahip olduğunu göstermektedir.

4- Hümik maddelerin veterinerlik-tıbbi uygulamaları.

Veterinerlik hekimliğinde hümik maddeler, küçük hayvanlarda gastro-intestinal (mide-barsak) hastalıkları öncesi ve tedavisinde başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Ayrıca, hümik maddeler zehirlenmeleri önlemek için antidote (panzehir) olarak verilmiştir (Kühnert et al., 1989). Gastro-intestinal bölgede zehiri absorplamak üzere muhtemelen metabolize etmek ve bağlamak için hümik asitler, 3-5 gün boyunca ağız yolu ile %20-30 sulu çözelti veya 0.5-1.0 g/kg günlük iki dozda suspanse olarak verilmiştir (Kühnert et al., 1977). Rıdvan (1977) tarafından gözlenildiği üzere, %0.1’lik hümik asit konsantrasyonu önemli ölçüde farelerde kurşun ve kadmiyumun içeri alınmasını azaltmıştır. Sonuçta da ağır metal zehirlenmesi minimize edilmiştir. Fare deneyleri göstermiştir ki ağız yolu ile alınan kurşun humat, kurşun asetattan daha az zehirli olmuştur (Klöcking, R., 1980). Aynı bileşiklerin parenteral (barsak dışındaki uygulamaların tümü) tatbiklerin olumsuz sonuçları elde edilmiştir. Açıkçası, uygulama şekli hümik maddelere bağlanan metalin zehirli olup olmadığına karar vermede önemli bir faktördür.

5- Hümik maddeler ve çevre sağlığı.

5.1- Mutajenlik

Hümik maddelerin doğada genişçe yaygın olması ve yüzey suyunda bulunmasından dolayı onların genotoksik (genlerin zehirlenmesi) potansiyeli üzerine yapılan çalışmalar doğrulanmıştır. Özellikle, hümik maddeler içeren içme suyundaki ozonlaşma ve klorlamamın yan ürünlerinin bakteriyel gen zehirlenmesi testlerinde oldukça aktif olduğu bilinmektedir (Meier et al.,1987; Meier, 1988). İçme suyu numunelerine taşınan mutagenik çalışmalar göstermiştir ki MX (3-kloro-4-diklorometil-5-(5H)-furanone), tespit edilen mutasyonun %20’sinden sorumlu olan temel klorlanmış ürünlerden biridir (Holmborn, 1984; Kronberg et al., 1985, 1991). Fakat, in-vivo (yaşayan dokular üzerinde) mutasyonluk testleri, özellikle furanonların kararsızlığı ve güçlü reaksiyona girme durumları sebebi ile çelişkili sonuçlar sunmuştur (Dayan, 1993). Furanonlar ayrıca gıdalarda da olmaktadır. Burada temelde furanonlar ısıtma boyunca şekerler ve amino asitler arasındaki Maillard reaksiyonlarının bir sonucu olarak görülmektedirler. Ayrıca, onlar meyvelerin tozlarında ve insanlar için gerekli bir anti-oksidant gıda maddesi (askorbik asit, vitamin C) olarak önemli rol oynamaktadırlar (Colin-Slaughter, 1999). Furanonların bakterilere karşı mutajenik olmasına ve laboratuar hayvanlarında DNA’ya zarar vermesine rağmen bu maddeler, pratikte, azoksimetan veya benzo[a]piren gibi bilinen kanser azaltıcı maddelerle işlenen hayvan diyetlerindeki etkili anti-karsinojen ajanlardır. Ayrıca, Cozzi et. al (1993), De Simone (1993) ve Ferrara et al. (2000) tarafından hümik asitlerin mutajenik aktivitesinin olmadığının delili rapor edilmiştir.

5.2- İyonlaştırıcı ışınlamaya karşı koruma

Oris et al. (1990), 1 ila 7 mg/mL oranındaki çözünmüş hümik maddelerinin önemli düzeyde balıkta (pimephales promelas) ve planktonik kabuklularda (daphnia magna) akut biçimde foto olarak harekete geçirilmiş zehirliliği azaltmıştır. Bu olay çözünmüş hümik maddelerle solar UV radyasyonunun aktif dalga boylarının zayıflatılması ile açıklanmıştır.

Dişi Wistar tavşanlarında dış vücudun tamamının 60Co gamma ışınlaması ile neden olunan yaralanmaya hümik asitlerin koruyucu bir etkisi World Patent Application (WO 9858655) rapor edilmiştir. Topografik (yöresel) ve paleobotanik (fosil bitkileri) nitelenmesi ile standart hale getirilmiş 3000 ila 7000 yıllık bataklık turbasından hümik asitler ekstrakte edilmiştir. Buradan yapılan hümik asit çözeltisi (240 mg/hayvan/gün), ışınlamadan (7 Gy) önce 7 günlüğüne ve bunu takiben aynı dozda ışınlamadan sonra 4 hafta ilave ederek 190-220 gram canlı ağırlıktaki dişi Wistar tavşanlarına midelerine boru sokularak (tübaj) uygulanmıştır. Hümik asit uygulanan hayvanlarda kan hücrelerinin oluşması (hemopoietik) sisteminde herhangi bir yaralanma olmamıştır. Hümik asitlerin düşük dozları (90 mg/hayvan/gün) ayrıca etkili olmuştur. Hümik asit içeren preperat, kaza sonucu ortaya çıkan radyasyon etkileri vakıalarında kan hücrelerinin oluşması (hemopoietik) sisteminin yenilenmesini ve muhtemelen kemoterapi nedeni ile oluşan yaralara karşı hafifletmeyi amaçlamıştır.

60Co gammanın ölümcül dozları ile ışınlamasını izleyen 5-10 dakikada mongrel deney tavşanlarına tek doz olarak verilen sodyum humatın tedavi edici etkisi 60 gün sonra hayvanların %43’ünü yaşamasına neden olmuştur (Pukhova et al., 1987).

Radyasyonun neden olduğu yaralara karşı koruma ve doku yenilenmesi üzerine destekleyici etkisine ilaveten, hümik asitler dolaylı olarak, örneğin, polisiklik aromatik hidrokarbonların foto-aktivasyonu önlemesi ile zehirlemeyi önleyici etkiler göstermektedir. Nikkila et al. (1999) tarafından gösterildiği üzere, hümik asitler doza bağımlı biçimde planktonik kabuklulara (daphnia magna) UV-B-ışınlanmış pirenin (pyrene) zehirliliğini azaltmıştır. Bu etki, su içine ışığın girişinin azalarak kaybolması ile çözünmüş pirenin foto-modifikasyonda azalması nedeni ile olacağı varsayılmıştır.

5.3- Blackfoot Hastalığı

Yeşilimsi-mavi flüoresan (ışık çıkaran) hümik maddeler ve/veya arseniğin yoğun konsantrasyonunu içeren artezyen içme suyu Blackfoot hastalığının (BDF) etiolojik faktörlerinden biri olarak işaret edilmektedir. Bu problem bölgesel olarak (endemik) Tayvan’ın güney-batı sahilinde olmaktadır (Lu, 1990). Tıbbi olarak, BFD damarın dış yüzey bozukluğudur. Belirtileri arterio-sclerosis obliteransa (iskemik kutanöz ülser, kangren, alopesiye neden olan atrofik değişiklikler, kalın veya istrofik ayak tırnağı değişiklikleri ve deride soğuklukla seyreden obstrüktif arteriyel hastalıktır) ve thrombotik vaskülopatiye (damarda kanın pıhtılaşması sonucu iltihaplanma derecesi düşük damar duvarı bozukluğu) benzemektedir. Bu hastalık deneysel olarak farede en az 10 gün kullanımda günlük dozu 5 mg/20 gr canlı ağırlıkta ışık geçiren hümik maddeleri vererek harekete geçirilmiştir. Bu hastalığın patojeni tam olarak henüz tespit edilmemiştir. Saflaştırılmış ticari hümik asit ile yapılan in-vitro çalışmaları 50-100 mg/mL hümik asit konsantrasyonunda, muhtemelen oksidatif stresin yenilenmesi sebebi ile, insan eritrositlerini yok ettiğini ortaya çıkarmıştır (Cheng et al., 1999). Son olarak, Gau et. al. (2000), hümik asitle ön tedavi yapılmış insan göbeğine ait toplardamar endotelyal hücrelerde harekete geçirilmiş NF-kB tanımlı lipo-polisakkaritin engellenmesini göstermiştir.

6- Perspektif

İnsan sağlığı kalitesinde hümik maddelerin etkisi, gelecek araştırma çalışmalarının en önemli maddesi olarak artan bir biçimde farkına varılmaktadır. Moleküler yapıda ve hareket mekanizmasında amaç edilen hümik madde araştırmaları fizik, analitik, çevre, gıda, hücre biyolojisi, moleküler genetik, eczacılık ve zehir bilimi gibi farklı alanlarda özelleştirilmiş çalışmaları ihtiva etmektedir.

Bu çalışmada altı çizildiği üzere, hümik maddelerin doğal olarak oluşan bir kısmı veya sentetik olarak hazırlanmış biopolimerleri bir hayli etkili ilaç potansiyeline sahiptir. Sonuç olarak, balneoterapide (çamur tedavisi) ve veteriner hekimlikte turbanın klasik kullanımına ilaveten gelecekte sentetik hümik asit benzeri polimerler kadar izole edilmiş hümik maddelerin uygulaması ciddi bir rol oynayabilir. Anti-viral olarak aktif ajanlar, ağır metal bağlayıcı bileşikler, zehirli kimyasalları bağlayıcı ve iyonize olan ışınlamaya karşı koruyucu maddeler gibi özel fonksiyonlara yöneltilen hümik asit benzeri maddeler içine konulabilecek bir çok fenolik maddeler vardır. Fakat, hümik maddelerin tedavi edici maddeler olarak kullanımı farmakolojik bağlamında ispat edilmiş tesir, zehir bilimi açısından güvenlik standartları ve açıkça izah edilmiş kullanılacak preperatın kimyasal içeriği üzerine büyük ihtiyaçlar duyulmaktadır.

Orantılı olarak bir tek basit başlayıcı (monomer) maddeden oluşturulan sentetik hümik asitlerin kimyasal yapısını açıklamak yakın gelecek için önemli bir hedef olmaktadır. Sonuçlar, kesinlikle, doğal hümik maddelerin sağlık konusunda karma-karmaşık araştırılmasını kolaylaştıracak ve tetikleyecektir.

Editör: Mümin DİZMAN

humik.asitler@gmail.com

Gönderen HÜMİK ASİTLER zaman: 05:31 0 yorum

Kaydol: Kayıtlar (Atom)

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLER VE DETOKS

10 Nisan 2009 Cuma

Detoks Maddesi Olarak Hümik-Fülvik Asitler

Detoks veya şelatlama terapisi özellikle metallerden kaynaklanan fazla zehirlerin vücuttan atılması için kullanılan cerrahi olmayan güvenli bir tedavi yöntemidir. Şelatlayıcı maddeler zehirli metalleri ve vücut fonksiyonlarına zarar veren diğer maddeleri bağlamaktadırlar. Ayrıca, bu zehirli maddelerin böbrek vasıtası ile atılmasında vücuda yardım etmektedir. Ağız yolu ile alınan şelatlayıcı maddeler vücudun dokularında sirkülasyonla depolanarak oluşan problemleri de sıkça önlemektedir.

Şelatlama terapisi çok değişik sağlık problemlerini çözmede kullanılmaktadır. Öncelikle, şelatlama maddeleri vücuda değişik şekillerde giren kadmiyum, kurşun ve cıva gibi ağır metallerin bağlanmasında ve vücuttan atılmasında kullanılmaktadır. Dünyada bilinen en güçlü ve doğal şelatlama maddesi hümik-fülvik asitlerdir. Hümik maddeler doğal çevrede organik karbonun en çok bilinen ortak şeklidir. Toprağın ve tortuların bu organik anahtar bileşenleri dünya yüzeyinde oldukça yaygındır. Birçok hümik maddeler kimyasal olarak inorganik maddelere (kil ve oksitlere) yapışmıştır. Hümik maddelerin çok küçük bir parçası toprakta çözeltiler içinde, özellikle alkali şartlarda çözünmüş durumda olabilmektedir. Hümik maddelerin önemli bir özelliği metal iyonları, oksitler ve kil mineralleri ile suda çözünen veya çözünmeyen kompleksler oluşturmasıdır. Ayrıca, hümik maddeler alkenler, yağ asitleri, kapilari-aktif maddeler ve peptisitler gibi organik bileşikler ile reaksiyona girebilmektedir. Toprakta ve turba kalıntılarında oluşan hümik maddeler toprak ve su eko-sisteminde önemli bir rol oynamaktadır. Çiftçiler humatları tohumun hızlı filizlenmesi ve rizom (kök gövdesi) gelişimini ilerletmek için kullanmaktadırlar. Hümik maddeler oksijen naklini uyarmakta, solunumu ivmelemekte ve bitkilerce ihtiyaç duyulan besin maddelerinin kullanımını desteklemektedir. Çiftlik hayvanlarının yemi hümik maddeler ile hayvanların tekrar üretim döngüsündeki iyileştirmeleri, hastalıklara karşı mukavemeti ve büyüme verimi için kuvvetlendirilmiştir. Bu gözlemler, bilim adamlarını humatların özelliklerini çalışmaya ve insan sağlığının gelişmesindeki faydalarını tespit etmeye sevk etmiştir. Hümik maddeler, kimyasal ve yapısal terminolojide bir tek içeriğe uymamaktadır. Bu maddelerin karakterizasyonu zordur. Aiken ve ark. hümik maddeleri şöyle tanımlamıştır: “Doğadan izole edilebilen yüksek molekül ağırlıklı heterojen organik maddelerin doğal olarak oluşan bir kategorisidir. Bu maddeler çözünürlükleri ile tanımlanmaktadır.” Birçok değişik hümik madde tarifi yapılmıştır:

Humus: Suda herhangi bir pH değerinde çözünmeyen hümik maddelerin bir kısmıdır. Bu maddeler çok büyük moleküler boyutlara sahiptirler. Molekül ağırları 300,000 dalton civarındadır. Bu maddede oksijen içeriği %32-34 aralığı ile en düşük seviyededir. Azot içeriği ise %4 ile en yüksektir. Yüksek molekül ağırlığı sebebi ile yüzeylerindeki negatif bakiye yükü güçlü alkali pH’da bile makromolekülleri peptize etmede yetersizdir. Bundan dolayı topraktaki hareketleri koyu konumda iken önemsizdir.

Hümik asit: Hümik maddelerin bazik ortamda çözünen kısımlarıdır. Böylece, onların topraktaki hareketi nötral-asidik-alkali şartlarla sınırlıdır.

Fülvik asit: Hümik maddelerin tüm pH şartlarında çözünebilen kısımlarının ismidir. Fülvik asit seyreltik alkali şartlarda çözünmektedir. Çözelti asidik şartlara dönüşse de çökmeyecektir. Bu maddeler en düşük molekül boyutuna sahiptirler. Molekül ağırlıkları 2000 dalton civarındadır. Fülvik asitler en yüksek oksijen içeriğine (%45-48 civarı) ve en düşük azot içeriğine (sahip maddelerdir. Düşük molekül ağırlığı sebebi ile yüzeyinin negatif bakiye yükü, ortam nötral da olsa hafif alkali de olsa toprakta önemli hareket sağlayarak, makromolekülleri peptize etmede yeterlidir.

Fenolik asit: Çözünürlük bağlamında bu madde tanımlanmamıştır. Fakat, hümik maddelerin bir parçası olarak tarif edilmiştir.

Potansiyel tedavi edici özelliği olan hümik maddelerin iki önemli grubu vardır: hümik asitler ve fülvik asitler. Bilimsel literatür, hümik asitlerin ve fülvik asitlerin tedavi edici özellikleri olan (a) mineral ve iz element emmede olumlu etki sağlayan kabiliyetleri, (b) ağır metal bağlama ve metal zehirlemesini azaltma kapasiteleri hakkında dokümanlar yayınlamıştır. Bu aktiviteler onların metal iyonlarını bağlama ve kullanımını kolaylaştırma kabiliyetlerine atfedilmiştir. Fenolik asitlerin, potansiyel tedavi edici özellikleri bakımından, özellikle metal bağlama kabiliyetleri genişçe çalışılmıştır. Fakat, onların tedavi edici rolü hümik asitlerle kıyaslandığında halen ileri düzeyde bir araştırmaya fenolik asitlerin ihtiyacı olduğu görülmektedir.

Kadmiyum, kurşun ve cıva toplumun maruz bırakıldığı en zehirliler ve çevresel metalik kirlilik oluşturanlar arasındadır. Kadmiyum tüm vücut sistemlerine, ister yutulsun veya isterse teneffüs edilsin, zehirli olmaktadır ve vücut dokularında toplanmaya meyillidir. Yarı ömrü 20-30 yıl olan kadmiyum, bilinen bir merkezi sinir sistemi nörotoksini ve karsinojenidir. Bir kişinin (ortalama 70 kg) günlük kadmiyum alımı, Avrupa ve ABD’de tipik gıda takviyesi olarak 25-60 mgr şeklinde tahmin edilmiştir. Kadmiyuma uzun süre maruz kalma böbrekte zarara neden olabilmektedir. Kadmiyum zehirlenmesi böbrek yetersizliği, yüksek tansiyon, karaciğer yarası ve akciğer sorunlarını da içeren değişik teşhislerde açıklanmıştır. Ayrıca, kadmiyum mineraller için gerekli olan taşıyıcı proteinleri bağlama çekiciliğine sahiptir. Kadmiyum, bakır ve çinkonun bağlanma ve vücutta etkili olarak kullanılma gücünü etkilemektedir.

Yenidoğanların ve bebeklerin sinir sistemi kurşun zehirlenmesine karşı oldukça duyarlıdır. Yetişkinlerde kurşuna maruz kalmanın en önemli etkisi yüksek tansiyondur. Kanın kurşun seviyesi ile yüksek kan basıncı arasında önemli doğrudan bir ilişki kurulmuştur. Bu, 40-59 yaşlarındaki erkeklerin kan basıncında açıkça ifade edilmiştir.

Cıva zehirlenmesi büyük ölçüde görüldüğü vakıaya bağlıdır. Element formundaki ile organik ve inorganik bileşikler değişik zehirlenme özellikleri göstermektedir. Civanın nöro-zehirliliği yetişkinler için en yüksek riski göstermektedir. Metil civanın hamile kadınlarında ceninin gelişimini etkilediği görülmüştür. Birçok çalışma, ağır metal zehirliliğini azaltmada hümik asitlerin mekanizmasını ve rolünü tanımlamak için yürütülmüştür. Bu çalışmalar birbirleri ile çelişen sonuçlar üretmişlerdir. Tavşan barsağında kadmiyum emilişi üzerine hümik asitlerin etkisini belirmek için yapılan bir çalışmada araştırmacılar, metallothionein parçasına kadmiyumun artış halindeki dağılımı ile barsakta kadmiyumun daha düşük bir miktarda emilişine katkıda bulunabildiğini bulmuşlardır. Buradan da kadmiyumun hümik asitlerce bağlanmasının barsak bölgesinde olmadığı sonucuna varılmıştır. Fakat, barsak hücreleri içine kadmiyum alınmasını etkilemesi yerine, daha ziyade hümik asit hücreler içersinde kadmiyum metabolizmasını etkilemekten sorumlu olabilmektedir. Diğer bir çalışma, hümik asitli kadmiyum komplekslerinin barsak bölgesinde oluşmasını belirlemek üzere tasarlanmıştır. Barsak emilişi ve bu kompleksin dokuda toplanması üzerine gözlenen etkileri ayrıca çalışılmıştır. Evvelki çalışmada tavşanların barsaklarındaki hümik asitin varlığında kadmiyumun azalma halindeki emilişinin aksine, farelerde kadmiyum emilimi bu çalışmada hümik maddelerle etkilenmemiştir. Fakat, kadmiyumun organ dağılımı en yüksek hümik aside maruz bırakılma seviyesinde böbreklerdeki azalan kısmi tutunma ile gösterildiği üzere emilişinden sonra etkilenmiştir.

Hümik-fülvik asitler canlı dokularda (in vivo) metaloproteinlere metalleri taşıma kabiliyetine sahiptir. Bu proteinler zehirlenmeyi önleyerek fazla metal iyonlarını ayırmakta ve metal depolamada bir rol oynamaktadır. Metaloprotein konsantrasyonları en fazla karaciğerdedir. Metaller bu organın metalotionin kısmında toplanmaktadır. Metaloproteinler her insanın dokularında bulunabilmektedir. Kan plazmasında küçük miktarlarda içerilmektedir. Bu proteinler metallerin iyi bir biçimde taşınmasında rol oynamaktadırlar. Hümik-fülvik asitlerin serbest metal bağlama kapasitesi seyreltildiği veya yüksek bir metal humat konsantrasyonu içerdiği zaman, hümik-fülvik asitler bu metali kullanmak veya bağlamak için protein tipi moleküllere transfer edecektir. Diğer bir değişle, şayet serbest metal bağlama kapasitesi yüksekse hümik-fülvik asitler metallerle metaloproteinlere yapışmış veya serbest kompleksler yapacaktır. Ayrıca, bu metallerin vücuttan atılma işlemini de kolaylaştıracaktır. Sonuç olarak, hümik-fülvik asitlerin iyon değişim kapasitesi ve şelatlama özelliği sebebi ile metaloproteinlere benzer bir biçimde hareket ettiği düşünülebilecektir. Metaller metaloproteinlerin bir parçası oldukları zaman biyo-kimyasal reaksiyonları ayarlayabileceklerdir. Öncelikle, araştırmalar gerekli olan mineralleri taşımak için hümik-fülvik asit içeren bir mikroelementin sıvı konsantrasyonun kabiliyeti üzerine odaklanmıştır. Hümik-fülvik asitlerin ağız yolu ile tüketimi altı hafta boyunca her gün sağlanmıştır. Bu yolla kadmiyuma sürekli maruz kalan 31 işçide önemli derecede kandaki kadmiyumda azalma ve idrardaki kadmiyumda da artış olmuştur. Kişilerin çoğunluğunda ilk durumdaki anormal derecede düşük olan serum demir seviyesi artmış ve böbrek ile karaciğer fonksiyonları düzelmiştir. Araştırmalar göstermektedir ki mide-barsak bölgesinden kadmiyum emilimi Zn, Cu, Fe, Se, Ca ve Vitamin C gibi elementlerin temini ile etkilenmiştir. Hümik-fülvik asitlerin bir iyon değiştirici olarak dokulardan alınması için gerekli kabiliyeti şelat formundaki bağlı iz elementlerini serbest hale getirebilmekte ve kadmiyum gibi diğer elementleri elverişli halde bağlayabilmektedir. Aynı zamanda kadmiyumun alımını ve mide-barsak bölgesinde emilişini azaltmak için dokulara gerekli elementler sağlanmaktadır. Karaciğer ve böbrek enzimlerinin gelişimi, mikroelement pozisyonu üzerindeki hazırlığın etkisine ve vücuttaki dengeye atfedilmiştir. Bu durum, daha sonra enzimlerin işlevsel hale gelmesinde büyük bir rol oynayacaktadır. Hümik-fülvik asitlerin iz elementlerin metabolizması üzerine etkisi 51 sağlıklı yetişkin gönüllüde çalışılmıştır. Hümik-fülvik asitlerin iki hafta boyunca ağız yolu ile alımını takiben kandaki kurşun ve kadmiyum seviyelerinde önemli düşüş sağlanmıştır. Ayrıca, hümik-fülvik asitler gıdalardan gelen veya çevresel faktörlerden kaynaklanan kadmiyum ve kurşunun emilişini azaltmıştır. Hümik-fülvik asitlerin kan parametreleri (örneğin, haematocrit, hemoglobin, lökosit sayısı; SGOT, GGT, ALP ile Na, K, Ca, ve P) üzerine önemli bir etkisi olmamıştır. Hümik-fülvik asitlerin faydalı etkileri iş hayatından ve çevresel faktörlerden maruz kalınan ağır metalleri değerlendiren klinik denemelerle yayınlanmıştır. Rutin iş sağlığı kontrolleri için yapılan üç haftalık bir klinik gözlemde 21 kişi genelde bulunan kurşun seviyesinden daha fazlasına sahip olduğu tespit edilmiştir (1 mmol/L’yi aşmıştır. İnsan sağlığı risk limiti 1,5 mmol/L’dur). Kabul edilen insan sağlığı limitini aşan kadmiyum seviyesine (0.08 mmol/L) 26 kişide rastlanmıştır. Günlük ağız yolu ile alınan hümik-fülvik asitleri takiben kandaki kurşun ve kadmiyum seviyelerinde önemli bir azalma gözlenmiştir. Bu kişilerin kan kimyasında önemli veya patolojik değişiklikler olmamıştır. Buna ilaveten, penisilamin gerekmeksizin hümik-fülvik asitler altı yetişkin kişiye arttırılan kurşun seviyesi ile verilmiştir. Uygulama üç hafta sürmüştür. Bu altı kişinin dördü (%66) günlük alımlar sonunda üç haftayı takiben düşük kan kurşun seviyelerine sahip olmuşlardır. Kişilerdeki kurşun seviyesinin düşme hızı penisilamin için rapor edilen ile aynı olmuştur. Hümik-fülvik asit uygulaması yapılan iki hastada hafif yan etki tespit edilmiş ve tedaviye devam edilmemiştir. Bu klinik gözlemlerden elde edilen sonuçlar göstermiştir ki hümik-fülvik asit uygulaması ile insanlardaki ağır metallerin zehirli seviyelerindeki azalmayı açıkça etkilemiştir. İki açık klinik deney daha yapılmıştır. Bu çalışmada gönüllü olarak kurşuna maruz bırakılan hastalara hümik-fülvik asitin yararlı etkileri test edilmiştir. Yüksek kurşuna maruz bırakılan yirmi kişiye altı haftalığına hümik-fülvik asitten 20 ml/gün dozunda verilmiştir. Kurşunun kandaki seviyesi çalışmanın başından beri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında önemli ölçüde düşmüştür. Tedavi boyunca klinik veya kan parametrelerinde değişiklik olmamıştır. İki kişide tedavi bırakılmadan hafif ve geçici ishal rapor edilmiştir. Dört kişide orta halli bulantı ve bir kişide de geçici baş ağrısı tespit edilmiştir. Altmış kişide yapılan diğer bir açık klinik deney de benzer bir şekilde yapılmıştır. Fakat derinlemesine bir sonuç alınamamıştır. Serum kurşun parametrelerindeki değişim, 12 haftalık kullanım süresinin sonunda kullanılmadan evvelki değerlerle kıyaslandığında önemli olmuştur. Bu denemenin sonuçları kurşuna maruz bırakılan gönüllülerdeki hümik-fülvik asitin altı haftalık uygulanmasındaki kadar derinlemesine olmamıştır. Kandaki kurşun seviyesini düşürmek önemli olmasına rağmen kişilere verilen hümik-fülvik asitin dozunun düşük olması sebebi ile daha uzun zamanlı tedaviye ihtiyaç bulunmaktadır. Test edilmiş laboratuar parametreleri (kan serumu, rutin laboratuar testleri, karaciğer ve böbrek fonksiyonları ve idrar tahlilleri) hümik-fülvik asitin tavsiye edilen dozda güvenliğini sağlayarak önemli değişiklikler göstermemiştir. Önceki ilk iki çalışmadan elde edilen veriler göstermiştir ki serum veya kandaki kurşun seviyesi ne kadar yüksekse, bu parametrelerdeki düşüş o kadar çok olmuştur. Ayrıca, iş hayatından kaynaklanan kurşuna maruz kalmanın tedavisi hümik-fülvik asitin 20 ml/gün dozunda oldukça etkili gözükmektedir. Hümik-fülvik asitlerin ağır metal şelatlama üzerine yararlı etkileri hayvanlar üzerindeki çalışmalarla da teyit edilmiştir. Ayrıştırılmış hümik asit kullanılarak yapılan bazı çalışmalar göstermiştir ki barsakta kadmiyumun emilişini ve dağılımını hümik asit etkilemektedir. Hümik-fülvik asitler kullanılarak yapılan ilave çalışmalar, hümik-fülvik asitlerin ağır metalleri bağladıklarına dair destek sağlamışlardır.

Hümik-fülvik asitlerin emiliş ve izotop etiketli stronsiyum kloritin işbirliği üzerindeki etkisi de yayınlanmıştır. Hümik-fülvik asitler sadece stronsiyumun emiliş hızını yavaşlatmaz, aynı zamanda bu zehirli elementin idrar yolu ile atılmasını da etkilemektedir. Hümik-fülvik asitlerle beslenen hayvanlarda stronsiyumun idrarla atılması daha az yoğunluktadır. Hümik-fülvik asitlerin bulunduğu ortamda toksik elementin emilişinin daha az olduğunu otoriteler bildirmişlerdir. Aynı etki kadmiyum ve kurşuna maruz bırakılan insanlar için de tespit edilmiştir. Bu metallerin idrar ölçümlerinde görüldüğü üzere gıda ve çevresel faktörlerden gelen kadmiyum ve kurşunun emilişi hümik-fülvik asitlerce azaltılmıştır. Ayrıca, insanlarda idrarda kurşun ve kadmiyum değerleri hümik-fülvik asitlerin uygulanması süresince artmıştır.

Referans

 

Editör: Mümin Dizman

humik.asitler@gmail.com

Gönderen HÜMİK ASİTLER 0 yorum

Kaydol: Kayıtlar (Atom)

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLER VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ

10 Nisan 2009 Cuma

Hümik Asitlerin Bağışıklık Sistemine Etkileri

Hümik asitlerin en çok heyecan veren konularından birisi de insan vücudunda oldukça güçlü biçimde ve geniş yelpazede bağışıklık sistemini düzenlemesidir. Hümik asitler virüslerin, patojenlerin ve her türlü bakteriyel enfeksiyonun hücumundan sonra vücudun direncini arttırmaktadır. Onlar bağışıklık sistemini desteklemekle kalmaz, aynı zamanda da düzenlemektedirler.

Hümik asitlerin timüs bezinin boyutunu arttırdığı tespit edilmiştir. Timüs bezi ergenlik döneminde oldukça belirgindir. İnsan yaşlandıkça da kısalmakta veya kaybolmaktadır. Bu bezdeki artış doğrudan bağışıklığın, gençliğin ve ömrün artmasına delalet etmektedir.

Bağışıklığın Savunma Mekanizmaları

Hümik asitler birçok güçlü savunma mekanizmalarını içermekte ve desteklemektedir. Limfositleri ve vücudun bağışıklık sistemi ile alakası olan antikorları üretmek için timüs bezinin aktivitesini uyarmaktadır. Hümik asitler ayrıca vücudun makrofaj ve T-hücrelerinin üretimini de aktive edip arttırmaktadır. T-hücreleri yabancı istilacıları yok edip vücuttan atarken makrofajlar da onları tüketmektedirler. Hümik asitlerin granülositleri ve interferon-gamma, interferon-alfa, interferon-beta ile tümör nekroz faktörü-alfa’yı da içeren sitokinlerin üretimini uyardığını insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.

Narin Dengenin Kontrolü

Vücut tarafından üretilen değişik savunma mekanizmaları hümik asitlerce hem uyarılmakta ve hem de kontrol edilmektedir. Hümik asitler dengeyi sağlayarak doğal bir immunomodülatör (bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek maksadı ile kullanılan ilaç) gibi hareket etme kabiliyeti benzersizdir. Bağışıklık sistemini güçlendirmek veya kontrol altında tutmak için insan vücuduna ihtiyaç oldukça takviyeler sunmaktadır. Belirli rahatsızlıklar dış istilacılarca neden olunmamaktadır. Bunlar vücuda kendiliğinden hücum eden bağışıklık sisteminin savunma mekanizması ile olmaktadır. Romatizma, deri veremi (lupus) ve lif dokusu iltihabı gibi otoimmün (doğuştan gelen bağışıklık sistemi) hastalıkları ile oluşan durum buna örnek verilebilmektedir. Bilim adamları virüslerle neden olunan bazı şifası zor hastalıklar da dâhil birçok ciddi hastalığı başarılı biçimde tedavi etmek için bağışıklık sisteminin dikkate alınarak kontrol edilmesi gerektiğini belirlemişlerdir. Şaşırtıcı bir şekilde hümik asitlerin bunu belirli bağışıklık tepkilerini bastırırken ve diğerlerini de arttırırken doğal olarak yaptığı keşfedilmiştir.

Şifası Olmayan Virütik Hastalıklarda Hümik Asitlerin Klinik Etkisi

Son zamanlara kadar Salgın Kanamalı Ateş Hastalığı (Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi gibi) için herhangi bir tedavi bulunmamakta idi. Siklofosfamid ilacı (bağışıklık engelleme ajanı) son zamanlarda şifa olması ümidi ile denenmiştir. Doktorlar bağışıklık sistemini dikkatli biçimde kontrol etmek için onu kullanmayı öğrenmişlerdir. Bu ilaç ayrıca belirli kanser vakıalarında da bir terapi olarak kullanılmaktadır. Fakat, siklofosfamid ciddi yan etkilere sahiptir.

Çin eczacılık ve tıp yöntemleri üzerine eski bir kitap olan ‘Material Medica’da tarif edilen terapiler kanamalı ateş hastalıkların tedavisinde günümüz doktorlarına bir çare olma ümidi vermiştir. Bu sebeple doktorlar enfekte olmuş hastalar üzerinde kapsamlı bir klinik çalışma üstlenmişlerdir. Siklofosfamid iki paralel hastane kliniği çalışmasında hümik asitlerle kıyaslanmıştır. bu çalışamada yaşları 4 ila 78 arasında değişen toplam 178 hasta bulunmakta idi. Hastalardan 100’ü hümik asitlerle tedavi edilirken 78’ine siklofosfamid verilmiştir. Kanamalı ateşin ciddi konumundan dolayı bazı hastalar şoka girmişler, idrar zorluğu çekmişler, hidrosefal (kafatası içinde su birikmesi) olmuşlar veya böbrek problemleri ile karşılaşmışlardır. Böylesine bireysel problemlere uygun acil tedaviler uygulanmıştır. Hastalar vücut sıcaklığı ölçümü, nefes ve kalp atışları, kan basıncı, zehirlilik seviyesi, ateşin derecesi, idrardaki değişim ve trombosit (pıhtı) sayımı yapılarak dikkatlice izlenmişlerdir. Bazı hastalara EKG, beyin omurilik sıvısı testi, karaciğer fonksiyon testi ve kan testi yapılmıştır.

Çalışma sonuçları

Test edilen her kategorideki hümik asit gruplarının ortalama performansı siklofosfamidinkinden bir buçuk günlük çalışma ile daha iyi olmuştur. Normale dönme süresi ise 2 ila 8 gün almıştır. Yüz hümik asit uygulanan hastadan sadece biri ölmüştür. Diğerleri iyileşmiştir. Siklofosfamid uygulanan 78 hastanın ikisi ölmüş, diğerleri iyileşmiştir.

Hümik asitler bağışıklık sistemini düzenleyerek salgın kanamalı ateşi tedavi etme kabiliyeti göstermiştir. Onun tüm terapatik etkilerinin kıyaslaması yapıldığına siklofosfamidden az da olsa daha iyi olduğunu ortaya koymuştur. Doktorlarca yapılan laboratuar çalışmaları hümik asitlerin hücrelerde ve vücut sıvısında bağışıklık sistemini düzenlediğini ve uyardığını, bunun sonucu olarak da bağışıklık fonksiyonlarını normalleştirdiğini veya güçlendirdiğini tespit edilmiştir. Salgın kanamalı ateş ile ilk kez karşılaşan hastaların hücresel seviyelerindeki bağışıklık sisteminin zayıflaması hümik asit kullanımı ile düzeltilebilmiştir. Hümik asitler, T-hücrelerinin aktivitelerinin azalmasından kaynaklanan T-hücre engellenmesini önleyerek hücresel bağışıklık sistemini güçlendirmiştir. Bu da antikorları fazlaca üreten B-hücreleri için riski azaltmaktadır. Vücut sıvısındaki bağışıklık sistemi güçlendirilmiş ve bağışıklık kompleksi azaltılmıştır. Kan damarı duvarları üzerine verilen zarar, kırılganlığın oluşması sebebi ile çok azdır. Kan damarı duvarlarının geçirgenliği önlenmiştir. Hastalık da sonuç olarak kontrol altına alınmıştır. Bu çalışma göstermiştir ki kanamalı ateşin hümik asitlerce tedavisi, virüs toksinlerini kontrol etmesi ve bertaraf etmesi mümkün olan hücresel bağışıklık sisteminin bir sonucudur. Hümik asitler transparent asidik enzimlere bir inhibitör olarak hareket etmişler ve onun viskozitesinin azalmasını önlemişlerdir. Hücreler arası sıvıda bakteriyel toksinin yayılması sonuç olarak azaltılmıştır.

Transfer Faktörü ve Hümik asit Faktörü İlişkileri

Transfer faktörü” bilimsel terimi sözlüğe 1956’da konulmuştur. Merriam-Webster’in üniversitelere özgü sözlüğü “transfer faktör“ünü şu şekilde tanımlamıştır: “bağışıklık sistemi için aracılık ederek hücredeki görevini yapan bir limfositin ürettiği ve sakladığı; aynı zamanda da duyarlı hale getirilmiş hücre olarak duyarsız durumdaki limfositin içindeki birleşmenin limfosit üzerinde bağışıklıkbilimi kaidelerini sunduğu bir madde.” Bu uzun tanım ne anlama gelmektedir? Bağışıklık sistemi hücreleri özel hastalık istilacıları ile savaştığı zaman onlar diğer bağışıklık sistemi hücrelerine bir uyarı mesajı gönderen bir madde üretmektedirler. Bu yeni teyakkuza geçirilmiş bağışıklık hücreleri aynı maddeyi üreterek, diğer bağışıklık hücrelerini alarma geçirerek uyarı mesajını hatırlamaktadırlar. Bir kez alarm verildiği zaman bağışıklık hücreleri daima düşmanın kim olduğunu ve ona nasıl hücum edileceğini hatırlamaktadır. Bilim adamları bağışıklık sistemini uyaran bu bilinmez maddeyi tanımlamakta gerçekten güçlük çektiklerinden dolayı onu tanımlamak için basit terim olan “transfer faktörü” deyimini bulmuşlardır. Halen bugün bile bilim adamları bu maddeyi tam olarak anlayabilmiş değildir. Bilim adamlarının bildiği şey şudur: anne bebeğini emzirdiğinde hayatı boyunca bebeğine lazım olacak bağışıklık özelliklerini de geçirmektedir. Bu bağışıklık kolostrum adı verilen ilk sütle transfer edilmektedir. Kolostrumdaki en değerli bağışıklık silahı ise transfer faktörü olarak isimlendirilmektedir.

Transfer faktörü dünyadaki birçok bilim adamı tarafından yıllarca çalışılmıştır. Bu konu ile alakalı binlerce çalışma bulunmaktadır. Henüz bugüne kadar bilim bu maddenin nasıl yapıldığına dair ve gerçekte nasıl çalıştığına dair çok az şey bilmektedir. Fakat, bilim adamları bu maddenin hastalık vücuda musallat olduğunda hayatla ölüm arasında fark yaptığını ve bu farkı oluşturmak için çalıştığını bilmektedirler. Bilim adamları süt, masıl (kesilmiş süt), bireysel hücreleri de içeren kolostrumdan büyük ve tanımlanabilen kısımları çıkardıkları zaman geriye kalanın ultramikroskopik transfer faktörü olduğunu bildirmişlerdir.

Transfer faktörünün en iyi tarifi; herhangi bir şekilde fonksiyonel kalan, DNA olması muhtemel, moleküllerin en ince bölümleri olarak yapılmıştır. Bu bölümlerin Yaratıcının verdiği sırlı güç ile kendi kendine kopyalanarak enerjilendirildiği görülmektedir. İşin ilginç tarafı ise birçok yönde hümik asitlerin sırları ve mekanizmaları üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar tam olarak transfer faktörü üzerine yapılan çalışmalarla paralellik arz etmektedir. Şu ana kadar bildiğimiz, hiçbir bilim adamının doğal olarak bu ikisini yan yana koyup kıyaslamamış olmalarıdır. Hümik asitlerle uğraşan bilim adamları onların da ultramikroskopik maddeler olduğunu bilmektedirler. Bu maddeler en benzersiz bir mesaj nakletme sistemine sahiptir. Nakil sistemi ise hümik asitler canlılarla temas hale geçtiği zaman aktif hale getirilmektedir. Transfer faktörü gibi hümik asitler de bağışıklıkla alakalı tek bir bilgi üzerinden geçirerek hücreleri duyarlı hale getirmektedir. Hümik asitlerin de koruma ve savunma mekanizmalarını aktivite etmede yardımcı oldukları tespit edilmiştir.

Tüm canlı organizmalar enfeksiyonlu hastalıklara karşı korumakla görevli bağışıklığı uyaran maddeler üretmektedirler. Hümik asitleri yaşamış olan canlıların son ürünü olarak anladığımız zaman bu maddelerin nasıl transfer faktörü benzeri maddeler taşıdığını anlamak daha da kolay olacaktır. Her insan, bitki, hayvan ve mikroskobik organizma çürüyerek toprak olacaktır. Bu çürüme işlemi içine canlı iken mikroskobik istilacılara, enfeksiyonlara ve virüslere karşı ürettiği kendi transfer faktörü de girecektir. Çürümenin her döngüsü böyle maddelerin meydana getirilmesine ortam sağlayacaktır. Hümik asitler ise bunların tamamının toplamıdır. Bu bağlamda da tüm canlı yaratıklara savunma koruması mesajları veren tabiatın “ilk sütü” veya “kolostrum”udur denilebilmektedir. Hümik asitler aynı zamanda gıda zincirini bir organizmadan diğerine geçirme kabiliyetine de sahiptir. Tıpkı bir annenin bebeğine ilk sütü ile transfer faktörünü geçirmesi gibi…

Bu iki durum birbirine benzemekte midir? Hümik asitler ve transfer faktörü hakkında araştırmalar arttıkça bu ikisinin ortak noktalarının ne kadar çok olduğu görülecektir.

Referanslar

• U. N. Riede, G. Zeck-Kapp, N. Freudenberg, H. U. Keller, and B. Seubert, Virchows Arch. B Cell Pathol. Incl. Mol. Pathol. 1991, 60(1), 27-34.
• M. Kowalska, A. Denys, and J. Bialek, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 393-395.
• J. A. Madej, J. Kuryszko, and T. Garbulinski, Acta Pol. Pharm. 1993, 50(4-5), 397-404.
• Visser, S.A; Effects of humic substances on higher animals and man; the possible use of humic compounds in medical treatments; 1988; which was presented at the International Humic Substances Society meeting in Sevilla, Spain.
• Shenyuan Yuan, Fulvic Acid, 4 (1988); in: Application of Fulvic acid and its derivatives in the fields of agriculture and medicine; First Edition: June 1993
• Inglot, AD; Zielinksa-Jenczylik, J; Piasecki, E; Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz) 1993, 41(1), 73-80)
• Blach-Olszewska, Z; Zaczynksa, E; Broniarek, E; Inglot, AD, Arch. Immunol. Ther. Exp. (Warsz), 1993, 41(1), 81-85).
• Jingrong Chen et al, jiangxi humic acid, 2 (1984); in: Application of Fulvic acid and its derivatives in the fields of agriculture and medicine; First Edition: June 1993
• Hartwell, J.L. “Types of anticancer agents isolated from plants.” Cancer Treatment 60: 1031-67.
• Ling, W.H., and P.J.H. Jones. 1995. “Dietary phytosteroils: A review of metabolism, benefits and side effects.” Life Sciences 57: 195-206.

Editör: Mümin Dizman

humik.asitler@gmail.com

Gönderen HÜMİK ASİTLER zaman: 03:10 0 yorum

Kaydol: Kayıtlar (Atom)

skip to main | skip to sidebar

HÜMİK ASİTLER VE BİYOTA

18 Mart 2009 Çarşamba

HÜMİK MADDELERİN BİYOTA’YA DOĞRUDAN ETKİSİ

Özet

Hümik maddelerin olumsuz etkileri yatıştırıcı hareketi, tabiatta kirlilik yapan zehirli maddeleri ve bu maddelerin uygun olmayan sıcaklık, pH, tuzluluk gibi abiyotik (canlı organizmalarla alakası olmayan) stres faktörlerini azaltan bir olay şeklinde tanımlanabilmektedir. Kural olarak, bu azaltıcı hareket hümik maddelerin zehirli maddeleri uzaklaştırma özellikleri ile veya biyota (belirli bir çevredeki-ekosistemdeki bitki, hayvan ve insan hayatı) üzerindeki yararlı etkileri ile alakalıdır. Bu çalışma hümik maddelerin biyolojik hareketi anlamında biyota üzerindeki etkilerine ve bunun muhtemel mekanizmalarına odaklanmıştır. Hümik maddelerin biyota üzerindeki yararlı etkileri, hareket mekanizmalarına göre dört kategoriye ayrılmıştır:

  1. Canlıların gelişimi üzerine etkileri,
  2. Besin tedarikinin arttırılması,
  3. Biyokimyasal reaksiyonların katalize edilmesi,
  4. Anti-oksidant aktivitesi.

Yayınlanan verilerde hümik maddelerin zikredilen gerekli biyolojik fonksiyonları değerlendirilmiştir. Burada belirtilen görüş, hümik maddelerin biyolojik etki mekanizmalarını açıklamak için son zamanlarda yayınlanan birçok raporun aksine olduğunu göstermektedir. Temel neden hümik maddelerin karmaşık yapısıdır. Gözlenen etkilerin geniş değişkenliği hümik maddelerin çok fonksiyonlu olması ile açıklanabilmektedir. Hümik maddelerin tüm biyolojik etkileri, stres faktörlerinin ne olduğunu araştırmaya gerek duymadan stres şartları gözetilerek beyan edildiği sonucuna varılabilmektedir. Böylece, hümik maddeler stres faktörlerinin zararlı sonuçlarını hafifleten çevresel bir ayarlayıcı olarak düşünülebilecektir.

1. Giriş

Hümik maddeler toprağın cansız organik kısmı ve su ekosistemi kadar turba, linyit, sapropel (deniz veya göl dibinde oluşan organik maddece zengin çamur) gibi maddelerin organik kısmının da %50 ila %90’ını içeren doğal organik bileşiklerdir [1-3]. Klasik tanımlamaya göre [4], hümik maddeler “genellikle renk bakımından yeşilden siyaha değişebilen, yüksek molekül ağırlıklı ve ısıya dayanıklı doğal olarak oluşan heterojen organik maddelerin genel bir kategorisidir”. Hümik maddeler kompleks organik bileşiklerin bir karışımıdır. Suda çözünme temelinde üç kısıma ayrılmaktadırlar: (1) hümik asitler ki hümik maddelerin asidik ortamda (pH <>

2- Hümik maddelerin zararlı etki azaltıcı hareketinin başlıca kısımları

Zehirliliği azaltmada hümik maddelerin kabiliyeti onların hem doğadaki zehirli maddeleri metabolik yolu üzerine etkilerinden hem de canlı organizmalar üzerindeki yararlı etkilerinden gelmektedir (Şekil 1).


Hümik maddelerin zehirli maddelerin metabolik yolu üzerine etkileri, polihidroksil polikarbonik asitlerin düzensiz polimerleri olarak düşünülen kimyasal tabiatlarıyla alakalıdır [3]. Hümik maddelerin belirgin yapısal özelliği aynı molekül içinde hem polar hem de hidrofobik çevrede var olmasıdır. Sonuç olarak, hümik maddelerin hem polar hem de hidrofobik ksenobiyotik organik bileşikleri ve inorganik iyonları bağlama özelliği vardır. Hümik maddelere bağlama işlemi ksenobiyotiklerin özelliğinde bir değişime neden olmaktadır. Hümik maddelerin bağlama özellikleri temelinde birçok çözüm teknolojileri geliştirilmiştir [17-22]. Hümik maddeler ayrıca bazı organik atıkların parçalanmasını da kolaylaştırmaktadır. Örneğin, toprakta mikroorganizmalarca parçalanmayı izleyen kimyasal hidroliz, ‘atrazine’in yok edilmesinin nedeni gösterilmektedir [23]. Hümik maddelerin ilavesi atrazine hidroliz hızının arttığını göstermiştir. Hümik maddeler fotodegradasyonu (ışın emilişi ile bir molekülün parçalanması) da etkilemektedir. Bu durum klorlanmış aromatik hidrokarbonlar, klorlanmış fenoller ve birçok diğer tarım ilaçları gibi PAH (poliaromatik hidrokarbonlar) için önemlidir [162]. Hümik madde ilavesi ile 1-aminopirene’in fotoliz hızının arttığı tespit edilmiştir [24]. Hümik asit (20-80 ppm) içeren fosfat tamponundaki (pH 7.0, 1 mM) 1-aminopyrene’ in (10 μM) birinci dereceden fotoliz hız sabiti, hümik asit bulunmayan ile kıyaslandığında beş faktör daha fazlalaşmıştır. Hümik maddeler oksijenin kolay oluşma enerjisini transfer edebilmektedir. Bir tek oksijen dolaylı fotoliz sebebi ile çürüyen organik bileşiğe hücum etmektedir. Benzer etki atrazine için de gözlenmiştir [24]. Hümik asit verilmesi ile atrazine’in fotoliz edilmesi ne kadar önemli ise fülvik asit uygulamasının da 10 günlük bir süre içinde netice vermemesi o kadar önemlidir. Bu son çalışma göstermiştir ki su dünyasındaki kondensasyon reaksiyonlarında hümik maddeler dikkate değer bir rol oynamaktadır [25]. Hümik maddelerin Knoevenagel ve Claisen-Schmidt reaksiyonlarında alifatik asitlerle karbonil bileşiklerin kondensasyonunu ivmelendiren katalist gibi hareket ettikleri tespit edilmiştir. Sonuç olarak, hümik maddeler çevredeki organik kirleticilerin kaderini etkileyebilmektedir. Ayrıca, bunların yalnızca hümik maddelerden ziyade humus-enzim kompleksleri olduğu ileri sürülmüştür. Öyle ki bu durum kararlı ve gevşek toprak sistemlerinin işletilmesi için gereklidir. Bu kompleksler topraktaki mineral ve organik reaksiyonlar arasında “geçiş noktaları” olarak düşünülmektedir [26]. Fakat, hümik maddelerin biyotayı doğrudan etkilediği de farz edilmiştir. Hümik maddelerin canlı organizmalardaki gözlenen başlıca doğrudan etkileri Tablo 1’de özetlenmiştir.


Tablo 1 şunları göstermektedir: (1) hümik maddelerin biyota üzerine yaptığı doğrudan etkiler çok değerlidir; (2) hümik maddelerin biyolojik aktivitelerini yürüten birleşik bir mekanizma yoktur. Hümik maddelerin etkileri çevresel şartlara şiddetli biçimde bağlıdır. David ve ark. [97] hümik maddelerin yararlı etkilerini bitki beslemede uygun olmayan yetiştirme şartlarında gözlemlediğini çarpıcı örneklerle göstermiştir. Dunstone ve ark. [98] kuraklık, aşırı sıcaklık, kuru rüzgar gibi şartlarda buğdayın besin iletkenliği üzerinde fülvik asitlerin çok büyük etkilerini bulmuşlardır. Aynı zamanda, bu yazarlar hem açık alanda hem de cam serada kurutulmuş bitkilerdeki tane verimi üzerine fülvik asitlerin benzer etkilerini tespit edememişlerdir. Bu durum hümik maddelerin bir başka belirgin özelliğini izah etmektedir. Hümik maddelerin detoks yapma özelliği üzerine birçok rapor sunulmasının yanında hümik maddelerin varlığında ksenobiyotiklerin artan zehirliliği üzerine de bazı veriler rapor edilmiştir [80,81, 100-102]. Hümik maddelerin lipopolisakkarit (LPS) endotoksininden (bakteri bünyesinde bulunup onun harabiyeti sonucu açığa çıkan toksin madde) sorumlu insan göbeğine ait endotalyal hücrelerin (HUVEC) bağışıklık ve iltihap giderici reaksiyonlarını bastırdığı gösterilmiştir. HUVEC’in 100 mg/L hümik madde ile ön tasfiyesi LPS’yi iki günde dikkate değer biçimde bastırmıştır. Bu işlemi 200 mg/L doz tamamen engellemiştir. Otoriteler hümik maddelerin blackfoot hastalığına neden olan potansiyel bir zehir olabileceğini iddia etmişlerdir. Fakat, hümik madde araştırmacılarının çoğunluğu endemik (Tayvan’a ait bir hastalık türü) olan blackfoot hastalığının kaynağı olarak kuyu suyunda oluşan arsenik-hümik asit kompleksini göstermişlerdir.

3- Canlı organizmalarda hümik maddelerin yararlı etkileri

Yukarıda bahsi geçen hümik maddelerin biyota üzerine olumlu etkilerini özetlemek gerekirse aşağıdaki başlıca konular önerilecektir:

  • Hümik maddeler organizma gelişimini etkilemektedir. Organik karbonun bir kaynağı veya besin kaynağı olarak kullanıldığında hümik maddeler biyosentez zincirlerinin bir parçası gibi düzen kurabilmektedir. Fakat, hümik maddelerinin bitkiler üstündeki yararlı etkileri hümik maddelerin hormon benzeri aktivitelerinden gelmektedir.
  • Hümik maddeler besin tedarikini çoğaltmaktadır. Hümik maddeler azot, fosfor, potasyum ve iz element alımını arttırarak bitki gelişimini düzenleyebilmektedir.
  • Hümik maddeler bazı biyokimyasal reaksiyonları katalize etmektedirler. Hümik madde ile enzimlerin etkileşim mekanizması henüz yapılandırılmış değildir. Hümik maddelerin enzim uyarılma reaksiyonlarının medyatörü ve ko-oksidantı olarak hareket ettiğine dair yeterli delil yoktur. Hümik asitlerin biyokimyasal reaksiyonlarda iştirakçi olarak katılması, derinlemesine çalışılması gereken bir konudur.
  • Hümik maddelerin anti-oksidant aktivitesi. Hümik maddeler kuraklık, ısı, UV ışığı ve tarım ilacı kullanımı gibi stresten kaynaklanan serbest radikalleri azaltabilmektedir. Serbest radikaller güçlü oksitleme ajanları olduklarından zarar vericidirler. Bunlar yağlara, proteinlere ve hücre içindeki DNA’ya zarar vermektedir.

3.1. Hümik Maddelerin Organizma Gelişimi Üzerine Etkileri

3.1.1. Bir besin kaynağı olarak hümik maddeler

Hümik maddeleri ayrıştırma kabiliyetine sahip mikroorganizmaların miktarı oldukça fazladır (Tablo 2). Halen hümik maddelerin dönüşüm ve kullanım mekanizmaları üzerine elverişli bilgi azdır. Aerobik şartlarda toprak mikroflorası ile iki farklı eski deponiden (çöp sahasından) elde edilen hümik asitlerin parçalanması üzerine yapılan çalışma ilginçtir [103]. Takviye besin kaynağı olarak kullanılan hümik asitle taze atık için hümik asit kullanım seviyesi %63.6 ve 12 ay sonraki bertaraf olmuş atık için %88.5 olmuştur. Hümik asit hem karbon hem de azot için tek bir kaynak olarak kullanıldığı zaman seviye %100 olmuştur. Ayrışma işlemi hümik maddelerin molekül ağırlığında azalma olması gibi özelliklerinin değişmesi ile sonuçlanmıştır. Ayrıca, FTIR spektroskopisi hümik madde yapısında bazı değişiklikleri de ortaya çıkarmıştır: COOH grubun C=O bandının tamamen bertarafı, polisakkaritlerde C-O gerilmesinin bertarafı, CH3 ve CH2 grupların emilimlerindeki güçlü bir azalma ve bazı aromatik yapıların atılması [103]. Bu sonuçlar çöp atığı ve atık arıtma çamuru karışımlarından elde edilen hümik asit numuneleri için rapor edilenlerle oldukça tatmin edicidir [104]. Takviye besin kaynağı olarak hümik asit içeren kültürlerde mikrobiyal kütle verimi oldukça artmış ve taze atıktan gelen hümik asit anlamında %195’e ulaşmıştır. Aynı zamanda, azalmış besin ve düşük enerji kaynağı şartlarında aynı hümik asit mikrobiyal biyokütle oluşumunu da engellemiştir. Bu etki hümik asitten ayrışmış ürünlerin inhibitör etkisine de atfedilmiştir. Oldukça kararlı hümik maddelerle meydana gelen düşük molekül ağırlıklı bileşiklerin polimerizasyonu hakkında hipotez geliştirilmiştir. Hümik maddelerin mikrobiyal ayrışım mekanizmasını izah eden birçok teşebbüs değişik derecelerdeki kömür ve bir fungi model sistemi kullanılarak yapılmıştır [82, 85, 87,114-117]. Bu veriler, Şekil 2’de gösterilen Basidiomycete ve Deuteromycete ile kömür hümik asitlerinin ayrışma şemasını çıkarmak açısından bu çalışmanın yazarlarına yol göstermiştir. Kömür ve türevi hümik asit üzerinde beyaz küf fungisinin etkileri fungal lignilotik enzim sistemlerinin özel durumları ile belirlenmiştir. Fungal lignilotik enzim sistemleri lignin peroksidaz, mangan peroksidaz, diğer peroksidaz, lakkaz ve H2O2 üreten enzimleri desteklemeyi içermektedir. Linyit hümik asitlerinin depolimerizasyonu sadece onun metilasyonundan sonra görülmüştür. Bu, katalize olmuş lignin peroksidaz gibi görülmektedir. Bu enzim ve enzim merkezli reaksiyonların baskın ürünler, monoaromatik bileşiklere metoksile edilmiştir. Mangan peroksidaz Mn(II) ile Mn(III) okside edilmiştir. Mn(III) Basidiomycete ile üretilen organik asitlerle (oksalat, malonat, malat, tartrat veya laktat) yapılan kompleksler sebebi ile kararlı hale getirilmiştir. Oluşturulan Mn(III) kompleksleri potansiyel yüksek redoks mediatörleri olarak hareket etmektedir. Mangan peroksidaz ve şelatlı Mn(III) tiyoller veya yağlar veyahut da doymamış yağ asitleri gibi uygun redoks mediatörlerinin ilavesi ile desteklenebilmektedir. Sonuç olarak, bu sistemin parçalama gücü enzimin tek başına yapacağından daha fazladır. Düşük molekül ağırlıklı fülvik asitlerin oluşumu hem Mn(II) ile in vivo ve hem de mangan peroksidaz kullanarak kömür hümik asitlerinin depolimerişzasyonunda in vitro çalışmalarında gözlenmiştir. Lakkaz ve kömür hümik asitlerinin in vitro olarak bozunması arasındaki korelasyon Trametes versicolor için de ayrıca gözlenmiştir [110]. Buna ilaveten, lakkaz sistemi ve farklı redoks mediatörleri başarılı biçimde son zamanlarda lignin ve kağıt hamuru depolimerizasyonuna uygulanmıştır [115]. Büyük organizmalarca karbon veya azot kaynağı olarak hümik maddelerin kullanım yolları oldukça karışıktır. Büyük bitkilerce hümik maddelerin alınması üzerine yapılan birçok çalışma gerçekleştirilmiştir. Hümik maddelerin bitkilerce alındığının ilk göstergesi bitki organlarındaki renk değişimlerinde olmaktadır [118].

Düşük molekül ağırlıklı fülvik asitlerin hümik asitlere nazaran daha yüksek derecede alınabildiği tespit edilmiştir. Bu en son yapılan çalışmada bu amaç için 14C-etiketli hümik maddeler kullanılmıştır [49]. Ayrıca, fülvik asitin bitki hücreleri tarafından alındığı ispatlanmıştır. Buna ilaveten, hümik özütünden elde edilen düşük molekül ağırlıklı bileşikler bitkilere daha kolay geçebilmektedirler. Özetle şu sonuçlara varılmıştır:

  • Sınırlı karbon veya azot kaynaklarının olduğu ortamlarda mikroorganizmalarca hümik maddelerin kullanım seviyesi, yeterli düzeydeki besin ortamındakinden daha fazladır.
  • Mikroorganizma biyokütlesi içersinde karbon dönüşüm verimliliği, hümik maddeler sadece karbon kaynağı olduklarında önemli oranda artmıştır. Fakat, bu etki düşük besin ve enerji kaynakları ortamında gözlenmemektedir.
  • Hümik maddelerin mikrobiyal ayrışması, özel hücre metabolizmasına bağlı olarak enzimatik, enzimatik olmayan ve enzim başlangıçlı reaksiyonlar içermektedir.
  • Hümik maddelerle uzun vadeli mikrobiyal reaksiyon, hem ayrışma işlemlerine ve hem de bu işlemlerin gelişimine engel teşkil eden yeni hümik benzeri maddelerin sentezine neden olmaktadır.

3.1.2. Hümik maddelerin hormon benzeri hareketi

Bitki gelişim hormonlarının hareketine benzeyen veya onları taklit eden kimyasal maddeler 1910’lardan zamanımıza kadar araştırılmaktadır. Bu hormonların ana sınıfları auksinler, gibberellinler ve sitokininlerdir. Onların çalışma şekli halen açıkça anlaşılmamıştır. Fakat, bitki gelişim düzenleyicilerinin doğrudan kopya, ter ve aktarım işlemlerini etkileyen hücrenin DNA’sı ve/veya RNA’sı üzerine hareket ettiğine inanılmaktadır [34]. Bitki gelişim düzenleyicilerinin değişik grupları arasındaki reaksiyonlar karmaşıktır ve birbirlerinin fonksiyonlarını tamamlayıcıdırlar. Bitki hormonları bitki veya toprak mikroorganizmaları tarafından, özellikle rizosferde (kök yüzeyi ve kökü çevreleyen bölgede) yerleşmiş olanları ile doğrudan üretilebilmektedir. Hümik maddelerin bitki ile hayvan kalıntılarının kimyasal ve biyolojik ayrışmasından ve mikroorganizmaların metabolik aktivitelerinden meydana gelmesinden dolayı onlar hormonsal karaktere sahip olabilmektedirler. Gerçekten de 1914’ten bu zamana kadar yapılan yayınlarda [27-31] hümik maddelerin auksin benzeri aktivite sergileyerek bitki gelişimini güçlendirdiği görülmüştür. Bottomley, 1917’de hümik maddelerin “auximones” ismi verilen maddeler içerdiğini söylemiştir [27]. Hillitzer de hümik maddelerin auksin olarak hareket ettiklerini iddia etmiştir [29]. Phuong ve Tichy hümik ve özellikle, fulvik asitlerin bazı auksin, gibberellin veya sitokinin benzeri aktivite gösterdiğini rapor etmiştir [119]. Fakat, uyarma etkileri gerçek bitki hormonlarıyla kıyaslandığında daha düşüktür. Bu durum otoriteleri hümik maddelerin fitohormon aktivite kaybı üzerinde bir neticeye getirmiştir. Cacco ve Dell’Agnola podzoldan (iğne yapraklı ormanlarla kaplı, soğuk, nemli bölgelerin karakteristik toprağı) “leaf disc senescence test” kullanarak hormon benzeri hareketlerini incelemiştir [33]. Hümik maddelerin aktivitesi de bilinen bitki hormonları (indole-3-acetic asit (IAA) veya N-6 benzyladenine) ile kıyaslandığında daha azdır. Hümik maddelerin auksin benzeri aktiviteleri üzerine elde edilen bulgular, yüksek hormonsal aktiviteye sahip bazı hümik fraksiyonlarını gösteren deneylerle desteklenmiştir [33, 35-37]. Özellikle, düşük molekül ağırlıklı fraksiyon morfolojik değişikliklere IAA ile neden olunanlara benzer şekilde sebebiyet vermiştir [66]. Bu fraksiyon IAA-oksidaz aktiviteyi arttırmıştır [121]. Daha sonraki çalışmalarda düşük molekül ağırlıklı hümik madde fraksiyonları IAA hücre zarı reseptörüne bağlandığı gösterilmiştir [122]. Fakat, hümik maddelerin hormon benzeri aktivitesinin bitki gelişim düzenleyicileri tarafından sağlandığına dair kimyasal bir delil halen söz konusu değildir. Hümik maddeler içindeki IAA konsantrasyonu %0.5 ila %3.7 (w/w) arasında değiştiği tahmin edilmektedir [123]. Bu durum, hümik maddelerin mikroorganizmalarca üretilen biyosentetik değişik aktif bileşikler içerdiğini göstermektedir. Örneğin, hümik madde yapısı bitki hormonları gibi işlem gören bitki gelişim düzenleyicisi poliaminler içerebilmektedir. Young ve Chen’in sonuçları göstermiştir ki hümik madde içindeki putrescinene, spemidine, ve spermine içeriği sırası ile 1.54-7.00, 0.39-3.88, 0.48-4.79 nM/g aralığındadır [38]. Otoriteler hümik maddelerin hormon benzeri aktivitesini poliaminlerin açıkladığı sonucuna varmıştır. Hümik maddelerin hormon benzeri aktivitelerinden sorumlu ana yapısal parçalarına dikkate alınmadığında hümik maddeler hormon benzeri maddelerin bir deposu ve onları bitkilerin hücrelerine nakledici olarak düşünülebilmektedir. Sonuç olarak, hümik maddelerin auksin benzeri aktivitesi sadece onların hücre zarı reseptörü ile reaksiyonuna atfedilmeyebilmektedir. Plazma zarı H+-ATPaz ve iz element elverişliliğini arttırma üzerindeki etkisi ayrıca düşünülmelidir. Toprak kök salgılarının özütleri hormonsal aktivite sergilemiştir [124]. Bu durum hümik maddelerin ayrışmasında ve hormon benzeri aktivitelerinin oluşmasında kök salgılarının önemli bir rolünü teyit etmektedir. Sonuçta, ikinci durum toprak-bitki etkileşiminin belirgin bir özelliği ile tespit edilmektedir. Buğdayda filizin ucunu saran koruyucu örtü (coleoptil) gelişimi üzerine kömür türevli hümik madde uygulaması ile uygulanan tüm konsantrasyonlarda yararlı etki sağlanmıştır [120]. Hümik asitin fraksiyonları himatomelanik hümik asit (CHM-GL02), kahverenkli ve gri hümik asit toplamı (CHR-GL02), kahverenkli fraksiyonlar (CHB-GL02) ve gri hümik asit (CHG-GL02) içinde ayrışmayı içermektedir. Hümik asitlerin değişik fraksiyonlarının auksin benzeri aktivitesi buğday tohumlarının coleoptilleri ile bioassay (bir maddenin biyolojik aktivetisinin veya mukavemetinin belirlenmesi) kullanılarak tahmin edilmiştir. Kısaca, buğday tohumları 72 saatte 25°C’da karanlıkta çimlendirilmiştir. Daha sonra, benzer uzunlukta (yaklaşık 5 mm) coleoptiller kesilmiş ve cam kapillari üzerine (bir kapillariye 3 adet coleoptil) yerleştirilmiştir. Coleoptillerin 5 mm’lik en üst kısmı öncelikle içten gelen auksinin etkisinden sakınmak için kaldırılmıştır. Daha sonra, coleoptillerin uzunlukları ölçülmüştür. Boncuk coleoptilleri ile dolu olan kapillariler Petri kabının içersine pH 6.0’da 5mM K-fosfat tamponu (şahit) veya fosfat tamponu içinde hümik asit çözeltisi ile yerleştirilmiştir. Daha sonra coleoptiller 72 saatte 25°C’da büyütülmüştür. Coleoptillerin boyu tekrar ölçülmüştür. Coleoptillerin boyundaki göreceli artış bir tepki olarak düşünülmüştür. Hümik asit konsantrasyonu 5 ila 100 mg/L arasında değişmiştir. Sonuçlar Şekil 3’de gösterilmiştir. Test edilen tüm hümik asit numuneleri coleoptillerin büyümesi üzerine tüm konsantrasyonlarda yararlı etki göstermiştir. Bu durum hümik asitlerin auksin benzeri aktivite yaptığını teyit etmektedir. Maksimum uyarma aktivitesi 10 mg/L’de gözlenmiş ve şahidin %156±9’una ulaşmıştır. Değişik hümik asit fraksiyonlarının verimliliği himatomelanik ve gri hümik asitler hariç aynı olmuştur. En yüksek etki, karboksilik (COO–) ve aromatik (CAr) gruplar olarak düşük içerikli kısımlarla ve en yüksek moleküler ağırlıkla karakterize edilen gri hümik asit için gözlenmiştir. Fakat, alkoksi (CAlkO) ile metoksi (CH3O) grupların en yüksek içeriklerine ve moleküler ağırlığın minimum değerine sahip olan himatomelanik hümik asitleri coleoptil gelişiminde en az yararlı etkiyi sergilemiştir. Hümik asit özellikleri ve onların auksin benzeri hareketi üzerine verilerin istatistiksel analizi, hümik asitlerdeki karboksilik grupların içeriği ve yararlı etki değeri (r = –0.96) arasındaki önemli bir negatif (P=%95) ilişkiyi ortaya koymuştur. Hümik asitlerin yüzey negatif yükünün ve hücre yüzeyinin doğal negatif yükünün oluşumunda karboksilik grupların belirleyici rolünü dikkate alarak bunun coleoptillerin yüzeyine hümik asitlerin emilişi olduğu ileri sürülmüştür. Bu durum ise hümik asitlerin auksin türü hareketini belirlemektedir.


Hümik maddelerin hormon benzeri hareketi üzerine veriler özetlenirse aşağıdaki sonuçlara varılabilmektedir:

  • Hümik maddelerin hormon benzeri hareketinin seviyesi genellikle bitki hormonlarınkinden daha düşüktür.
  • Hümik maddelerin hormon benzeri hareketinin mekanizması halen iyice anlaşılmamıştır ve ileri bir araştırmaya ihtiyaç vardır.

3.2. Besin Taşıyıcı Olarak Hümik Maddeler

Hümik maddelerin genellikle besin takviyesini arttırarak bitki gelişimini desteklediği düşünülmektedir [52, 55, 135, 136]. Fakat, bazı veriler hümik maddelerin bulunduğu ortamlarda biyokütle veriminde önemli artış olmadığını göstermiştir [58, 70]. Sınırlı besin kaynağı şartlarında hümik maddelerin verilmesi çok zikredilen bir durum olduğundan bu farklılık, optimum şartların üstünde bir ortam kullanılarak sağlanılmıştır [97]. Örneğin, demir klorozu (bitkilerdeki demir eksikliği) hümik madde uygulaması ile düzeltilebilmektedir. Bu durum, bitkilerin demir isteğinde yararlı bir rol oynamaktadır [61, 137- 139]. Hümik maddelerin bu yararlı etkisi onların şelatlama kabiliyetine atfedilmiştir. Hümik maddeler demiri kolayca alabilecekleri formda sağlamaktadır [140]. Hümik maddelerin varlığı da bitkilerce demir alımını iyon naklinde hümik maddelerin katılımı [141] ve H+-enzim uyarılması sonucu kolaylaştırmaktadır [142, 143]. Hümik asitler hem karboksilik ve fenolik gruplar gibi hidrofilik etki alanları hem de alkilik ve aromatik kısımları içeren yüzey aktif maddesi benzeri bir yapıya sahiptir. Bu amfifilik karakteri sebebi ile hümik maddeler doğal yüzey aktif maddeleri gibi davranmakta ve biyolojik zarlar da içeren değişik doğal yüzeylerde emme yapabilmektedir [125-132]. Biyolojik yüzeyler üzerindeki hümik maddelerin emilişi, çözeltiden çözünmüş karbonun kaybı ile doğrudan [125] ve hümik maddelerin varlığında veya yokluğunda bireysel hücrelerin elektroforezi (eriyik içinde dağılmış iyonların elektrik akımı etkisiyle, pozitif veya negatif kutba doğru hareketi) takip eden değişikliklerle dolaylı olarak [126] gösterilmiştir. Çalışan biyolojik yüzeyler fitoplaktonu [125-128], izole edilmiş balık solungaç hücrelerini [128], bakterileri [129, 130], fungileri [131] ve bitkileri [132] kapsamaktadır. Bunların çeşitliliği biyolojik zarlar üzerinde hümik maddelerinin emilişinin genel bir işlem olduğunu göstermektedir. Yüzey aktif özellikleri sebebi ile hümik maddeler zarın yapı ve akışkanlığını ile hücre zar geçirgenliğini etkileyebilmektedir [133]. Zar geçirgenliğindeki artış, canlıların besinleri almasında da bir artışa neden olmaktadır [129, 132]. Ermakov ve ark. potasyum humatın bitki hücresine yapıştığını ve hücre protoplazmasındaki reaksiyonlar vasıtası ile dolaylı olarak onların uzanabilirliliğinin arttığını bulmuştur [134]. Hücre duvarlarının gittikçe kalınlaştığı hümik asitlerde ve hücre duvarı polimerlerinde bulunan fenolik grupların peroksidaz ikizleşmesi ile uyarılarak bulunmuştur. Bizim çalışmalarımız kireçli toprak şartlarında demiri kullanan domates ve buğday bitkilerinin demir eksikliği kapasitesi üzerine hümik maddelerin yararlı etkilerini de ortaya çıkarmıştır. Standart alkali ekstraksiyon [144] ve katyon değişim reçinesi kullanarak turbadan ayrıştırılan hümik maddeler değişebilir demiri almak için hazırlanmıştır. Domates ve buğday tohumları saf su ile nemlendirilmiş filtre kağıdı üzerinde çimlendirilmiştir. Domates için 10 gün ve buğday için 5 gün bekledikten sonra, çimler plastik kaplara aktarılmıştır. Bu kaplar hem demir bulunan hem de demir olmayan havalı Hoagland besin çözeltisi içermektedir. Bitkilerin büyümesi için 40 gün daha beklenmiştir. Demir, FeSO4 olarak 24 μM konsantrasyonunda sağlanmıştır. FeSO4 hem hümik madde formunda hem de Fe-DTPA (demir- dietilen triamin pentaasetik kompleksi) formundadır. Kireçli toprakları uyarmak için besin çözeltisinin pH’ı CaCO3 kullanarak 8’e ayarlanmıştır. Bitki büyüdükten 20 gün sonra elektron taşıma hızı (ETR) manasında fotosentez verimi ve etkili kuantum verimi, pulse amplitude modulation (PAM) fluorometer (PAM-2000, Walz, Germany) kullanılarak tahmin edilmiştir. Bitkiler 40 gün sonra hasat edilmiş ve uzunluk, ağırlık ve klorofil içeriği ölçümleri yapılmıştır. Veriler Tablo 3’de gösterilmiştir. Demirsiz besin çözeltisi içinde yetişen hem domates ve hem de buğday demir eksikliğinin görsel belirtilerini (yaprak klorozu) sergilemişlerdir. Klorofil a/b oranı stres altında bitkilerin ışık toplama kapasitesinin bir göstergesi [145] olarak kullanılmaktadır. Bu oran şahit olarak kullanılan domates için 0.59 ve şahit buğday için 0.29’dur. Sonuç olarak şahit bitkilerin biyometrik parametreleri (uzunluk ve ağırlık gibi) esaslı biçimde iyice bastırılmıştır.


Tablo 3’den de görüldüğü üzere, inorganik demir (FeSO4) ilavesi tek başına bitkilerin demir ihtiyacını karşılamamaktadır: ağırlık, uzunluk, fotosentez verimi ve klorofil içeriği şahit bitkilerinki ile aynıdır. Besin ortamının alkali şartları (pH 8) nedeni ile bitkilerin demir almasını elverişsiz hale getiren çözünmeyen Fe(III) hidroksit oluşması durumu beklenmektedir. Aynı zamanda, hümik madde ve FeSO4 ilavesi bitkilerin ağırlık, uzunluk, fotosentez verimi ve klorofil içeriğinde ciddi bir artış sağlamıştır. Fotosentetik parametreleri (ETR ve verim) Fe-DTPA uygulanan bitkiler için belirlenen değerlere dengeli biçimde ulaşılmıştır. Oysaki ağırlık, uzunluk ve klorofil içeriği Fe-DTPA uygulanan bitkilerdekinden halen daha azdır. Sentetik demir şelatı Fe-DTPA ilavesi ile yetişen bitkiler klorozun herhangi bir belirtisini göstermemişlerdir. Bunun yanında uzunluk ve biyokütle olarak da en yüksek değerlerle karakterize edilmişlerdir. Sadece hümik madde ilavesi demir eksikliği olan bitkilerin kısmi bertarafına neden olduğu ilginç tespitlerdendir. Özellikle fotosentez verimi ve klorofil içeriği humus uygulanan bitkilerde önemli oranda artmıştır. Ektraksiyon prosedürü boyunca değişebilen demir kaldırılması anlamı, bitkilerin hümik maddelerin demir içeriğini kullanmayı sevdiğini göstermektedir. Sonuç olarak, besin kaynağının arttırılmasının etkisi besin kaynağı olarak hümik maddelerin bir işlevini kaplamaktadır. Diğer bir açıklama ise hümik maddelerin fotosentez üzerine doğrudan etkisidir. Bununla alakalı veri literatürde rapor edilmiştir [65, 67]. Bu rapora göre, hümik maddelerin kuinoid yapıları elektron transferini sağladığından sonuçta fotosentez verimini arttırdığı ileri sürülmüştür. Genelde elde edilen sonuçlar, hümik maddelerle bitkilerin demir eksikliğinin bertarafının yanı sıra demir alımının artışının bir sonucu olarak bitki biyokütlesini çoğalttığını teyit etmiştir. Gözlenen bu etkiler Zn ve Mn gibi diğer iz elementler için de tespit edilebilmektedir. Özetlenirse:

  • Hümik maddeler besin sağlamada yararlı etkiler göstermektedir.
  • Bitki beslemede hümik maddelerin en çok ifade edilen yararlı etkileri elverişsiz yetişme şartlarında gözlenmiştir.
  • Sınırlı besleme şartlarında hümik maddelerin varlığı bitkilerin kısmi olarak kurtulmasına neden olmaktadır.

3.3. Biyokimyasal Reaksiyonların Katalistleri Olarak Hümik Maddeler

Hümik maddelerin biyokimyasal reaksiyonlara doğrudan katılması sadece birkaç durumda gözlenmiştir [26, 116]. Fakat, hümik maddeler biyokimyasal reaksiyonları dolaylı, nominal olarak hümik madde-enzim kompleksleri oluşturmasıyla veya enzimatik reaksiyona besin maddesi olarak katılmasıyla etkileyebilmektedir. Hümik madde-enzim sistemlerinde oluşan başlıca işlemler Şekil 4’de şematik olarak gösterilmiştir. Mikroorganizmalar ve bitkiler toprak enzimlerinin ana kaynağıdırlar [146]. Bitkiler çözünebilir fazda ve katı fazda ayrıştırılmalıdır. Ekstrasellüler (hücre dışı) toprak enzimlerinin organik veya inorganik koloitlerle, özellikle hümik maddelerle birleştirilebildiği iyi bilinmektedir. Üreaz, proteaz, fosfataz, hidrolaz, lakkaz ve peroksidaz gibi gerekli toprak enzimleri hümik maddelerle kompleksleri olarak toprak özütlerinde incelenmiştir [26, 147]. İnvertaz (sakarozun bağırsaklarında emilimini sağlayan bir enzim) ile ksilanaz [148, 149], fosfataz [150] ve üreaz [151] enzimleri için gösterildiği üzere organa-mineral partiküllerin yüzeyindeki enzimlerin dağılımı kuvvetli biçimde partikül boyutuna bağlıdır. Buna ilaveten, değişik mineral veya organo-mineral yüzeyler, asit fosfataza kurulduğu gibi enzim aktivitesi üzerinde inhibitör etkisine sahiptirler [150]. Yukarıdaki veri göstermiştir ki hümik maddeler, enzim sabitlemeyi ve onların uzun vadede kararlılığını geliştirmeyi kolaylaştıran enzim taşıyıcı rolünü oynayabilmektedir. Hümik madde yapısındaki karboksil, karbonil, hidroksil ve amid gruplarının varlığı nedeni ile [1, 2], onlar hareketsiz sabit enzimler için destek kurabilmektedirler. İnvertaz toprak hümik maddeleri ile aktivite edildiğinde aminopropil silika üzerinde sabitlenmiştir. Sabitleştirme tekniği sabit enzimlerin miktarının artması ve aktivitelerinin güçlenmesi bakımından verimini arttırmıştır [152]. Toprak reaksiyonları bağlamında hümik madde-ekstrasellüler enzim komplekslerinin oluşma mekanizması, inorganik partikül-hümik madde-enzim komplekslerinin bir oluşumunu izleyen hümik maddelerle inorganik maddelerin aktivasyonunu içerebilmektedir. Sonuç olarak, topraktan bu komplekslerin özütlenmesine kadar inorganik partiküllerin ayrışması oluşmakta ve sadece hümik madde-enzim kompleksleri elde edilmektedir. Proteaz-hümik madde komplekslerini yorumlarken onların oluşmasının hem proteazın tipi ile bileşiğine hem de hümik maddelerin yapısına bağlı olduğu not düşülmelidir. N-benzoilkarbonil-L-fenilalaninil-L-leucine–hidrolize proteaz daha az yoğun hümik maddelerle birleştirilirken N-benzoil-L-argininamidi hidrolize etme kabiliyetine sahip proteaz fazla yoğunlaşmış hümik maddelerle bitleştirilebildiği gösterilmiştir. Kazein-hidrolize proteazları genellikle humusa çevrilemeyen organik madde ile birleştirilmektedir [153]. Üreaz-hümik madde kompleksleri üzerine yapılan çalışmalar da bu verilerle ilişkilidir [154]. Üreaz aktivitesi ve kararlılığı üzerine iki farklı hümik asit fraksiyonunun etkileri (yüksek molekül ağırlığı, 100-300 kDa ve düşük molekül ağırlığı, 10-20 kDa) değerlendirilmiştir. Yüksek molekül ağırlıklı hümik asit fraksiyonu üreaz aktivitesini önemli oranda pH 6’da engellemiştir. Fakat, pH 7 ve 8’de üreaz aktivitesine herhangi bir etkisi olmamıştır.

Yüksek molekül ağırlıklı hümik asit fraksiyonu üreaz aktivitesini 11 günlük bir süreçte proteaz ve Cu2+ / Hg2+ (çözünebilir üreaz aktivitesinin iki güçlü inhibitörü) ile kararlı hale getirmiştir. Fakat, düşük molekül ağırlıklı hümik asit fraksiyonları ise pH 6, 7 ve 8’de üreaz aktivitesini engellemiş ve proteaz varlığında da kararlı hale getirememiştir. Bu sonuçlar iki hümik asit fraksiyonunun farklı olarak hem üreaz aktivitesini ve hem de kararlılığını etkilediğini göstermektedir. Düşük ve yüksek molekül ağırlıklı hümik asit fraksiyonları ile üreazın engellenmesi esasen iki ağır metalin varlığından kaynaklandığı ileri sürülmüştür. Bu iki ağır metal, hümik asit üzerinde sabit olmasına rağmen üreazla halen etkileşme kabiliyetindedirler. Bu sonuç, [52, 122, 137, 154] makalelerinde rapor edilen düşük ve yüksek molekül ağırlıklı hümik asit fraksiyonlarının değişik etkilerinin hümik maddelerin kompleks tabiatıyla da alakalı olması nedeni ile çok basit olduğu görülmektedir. Hümik maddelerin enzimlerle doğrudan etkileşimi topraktaki çözünür enzimlerin yaygın biçimde meydana gelmesinden olduğu farz edilmektedir. Çözünür fazda bulunan toprak enzimleri ile hümik maddelerin muhtemel modifikasyonu, hem doğal ve hem de sentetik hümik maddelerle oksidoreduktazın doğrudan etkilenmesi üzerine odaklanan Şekil 3’de özetlenmiştir. Mn-peroksidaz ile kömür hümik asitlerinin depolimerizasyonunun fülvik asit ve karbon dioksit oluşumuna neden olduğu belirtilmiştir [87]. Sentetik olarak 3-fluorocatechol’dan türetilen hümik asitler de herhangi bir moleküler ağırlık kaybetmeksizin Mn-peroksidaz ile modifiye edilmiştir [155]. Bu durum sentetik hümik asitlerin küçük molekül ağırlığına atfedilmiştir. Fakat, peroksidazın ve lakkazın hümik maddeleri polimerize ettiği tespit edilmiştir [116, 156, 157]. Karaturp peroksidazı ile katalize edilen linyit hümik asitlerinin oksidasyonunun hümik asitlerin molekül boyutunda zamanla bir geliştirme göstererek molekül ağırlığında bir artışa neden olduğu ifade edilmiştir. Polimerizasyon pH’a bağlıdır. pH 4.7’den ziyade pH 7.0’de daha ileri derecede gerçekleşmektedir. Hümik asit-enzim reaksiyonlarının mekanizması aril ve alkil eterlerinin oluşmasını da içermektedir. Volkanik topraktan, okside kömürden ve leonarditten elde edilen hümik asitlerin peroksidaz ve hidrojen peroksit ortamında benzer değişimler gösterdiği ileri sürülmüştür [116]. Elemental analiz, size-exclusion kromatografi, IR ve 13C-NMR spektroskopi verilerine göre toprak hümik asitlerine benzer yüksek molekül ağırlıklı bileşiklerin oluşumuna lakkazla hümik benzeri maddelerin doğrudan sentezi neden olmuştur [157]. Hümik madde fraksiyonlarının enzimler ve onların biyosentezi üzerine doğrudan etkisi üzerinde bitki malzemeleri kullanılarak çalışılmıştır [50, 52, 141, 142]. Mısırın protein sentezi üzerine hümik maddelerin düşük molekül ağırlıklı fraksiyonlarının kurulmuş ileri kopya etkisine rağmen bu etkinin mekanizması açık değildir [52]. Enzimlerde hümik maddelerin doğrudan etkisi üzerine yapılan deneyler mikrosomal (protoplazmanın küçük granülü) kullanılarak yürütülmüştür [50, 141,142]. Düşük ve yüksek molekül ağırlıklı fraksiyonların K+-stimule ATPaz aktivitesini uyardığı tespit edilmiştir. Bu sonuçların tasdiki düşük molekül ağırlıklı fraksiyonla izole edilmiş plazma zarlarının H+-ATPaz aktivitesini uyarmasıdır. Basidiomycetes Coriolus hirsutus gelişimi boyunca hümik maddelerin lakkaz biyosentezinin başlatılması güzelce ifade edilmiştir [157]. Fakat, bu başlatma mekanizması daha henüz çalışılmamıştır. Özetlenirse;

  • Enzimler ve hümik maddeler arasındaki doğrudan etkileşim çok az çalışılmıştır.
  • Oksidoredüktazlarla etkileşiminin bir sonucu olarak hümik maddelerin polimerizasyon/depolimerizasyon dönüşümleri kurulmuştur.

3.4. Hümik Maddelerin Anti-Oksidant Aktivitesi

Serbest radikaller içeren reaktif oksijen türlerine karşı biyolojik makromoleküllerin, dokuların ve hücrelerin korunması canlılar için çok büyük öneme haizdir. Oksidatif stres, biyolojik sistemlerin toplam anti-oksidantındaki azalmanın bir neticesi olarak oksidantlara fazlaca maruz kalmaktan kaynaklanmaktadır. Biyolojik sistemlerin korunmasındaki temel rol anti-oksidantlar denen özel bileşiklerce oynanmaktadır. Bu grupların genel tanımı onların anti-oksidant hareket kabiliyeti kavramında uç (radikal)-zincir oksidasyon işlemlerini kırmak için veya serbest radikallerin miktarını azaltmak için verilmektedir. Hümik maddelerin anti-oksidant aktivite çalışmasına büyük ilgi duyulmaktadır. Fakat, hümik maddelerin anti-oksidant aktivitesinin ölçümü bir takım metodolojik zorluklara neden olmaktadır. Mesela, serbest radikaller oluşturan sistem bileşenleriyle hümik maddelerin etkileşimi ve hümik madde yapısının karmaşıklığı örnek verilebilir. Voltametre kullanarak hümik maddelerin anti-oksidant aktivitesini ölçme teşebbüsü [158]’de tarif edilmiştir. Otoriteler oksijen süperoksit radikalinin elektrokimyasal üretim metodunu kullanmışlardır. Bitkilerinki ve hümik maddelerinki gibi bazı standart anti-oksidantların (C vitamini, glikoz, resorkinol ve kateşol) anti-oksidant aktivitesini ölçmüşlerdir. Verilerin yorumlanmasındaki temel problemler hümik maddelerin özellikleri verilmemesi ve anti-oksidant aktivitenin standart birimlerinin korelasyonun sağlanmamasıdır. Fakat, standart anti-oksidantlar numuneler ve bitki merkezli numuneler arasında hümik maddeler fitalosianin Co, fitalosianin Ni ve fitalosianin Cr ile kıyaslandığında en yüksek anti-oksidant aktivite değerini göstermiştir. Elde edilen veriler oksijen süperoksit radikalinin dioksijene değişiminde etkileşim mekanizmasını ileri sürme fikrini vermiştir.

Sonuç olarak, hümik maddeler radikal reaksiyonları keserek ve biyolojik makromoleküller ile hücre zarlarının zarar görmesini engelleyerek ekosistemde koruyucu bir fonksiyon görebilmektedir.

Hümik maddelerin anti-oksidant aktivitesine gösterilen temel ilgiye merak uyandırılmasının sebebi; kuraklık, ısı, herbisit kullanımı ve ültraviyole radyasyonu gibi olaylar türünden serbest radikallerin (OH●, O2H●, ROO2●) oluşumuna neden olan faktörleri de yok eden çevredeki rolleridir.

Hümik maddelerin yapısı ve moleküler ozon (O3) ile hidroksil radikallerine (OH●) karşı reaktifliği arasında ilişki kurulmuştur [159-161]. Hümik maddelerin yapısındaki C=C bağlarının miktarı ve konsantrasyonlarına karşılık oksijen temizleme aktivitesinin pozitif korelasyonları O3● ve OH● ile yaptığı radikal reaksiyonlarda gözlenmiştir. Ozon tüketimi ve OH● temizleme hızı sabitleri aromatik karbon içeriği ile olumlu, fakat, alifatik karbonla da olumsuz bağ kurarak bulunmuştur. Elde edilen verilere [159] göre, ozonun tercihen hümik maddelerin aromatik içerikleri ile, özellikle, elektronla zenginleştirilmiş aromatiklerle reaksiyona girdiği sonucuna varılmıştır. Bu bulgulara göre, oksidasyon hızı parametreleri ve C/H oranı (yapının doymamışlık derecesinin göstergesi) arasında istatistikî olarak önemli ilişki bulunmuştur. Böylece, hümik maddelerin kimyasal doğası ozonla reaksiyonları üzerine güçlü bir kontrol çıkarmaktadır.

Hümik madde varlığında atrazinin ozonlaşmasını katalize eden MnO çalışması; atrazinin oksidasyon verimini azaltan ozonlaşması süresince 2-6 mg/L (DOC) konsantrasyonundaki hümik maddelerin hidroksil radikallerini temizlediğini ortaya koymuştur. Fakat, hümik maddeler düşük konsantrasyonlarda (1 mg/L DOC) oldukları zaman hem mangan türleri ve hem de hümik maddeler, atrazinin yok edilmesini destekleyen hidroksil radikallerinin oluşumunu başlatıp yürütmektedirler. Özetle;

  • Hümik maddelerin yüksek konsantrasyonlarında radikal temizleme etkileri gözlenmektedir.
  • Hümik maddelerin anti-oksidant aktivitesi güçlü olarak onların doymamış kısımlarının zenginleştirilmesi gibi yapısal özelliklerine bağlıdır.

4. Sonuç

Hümik maddelerin yavaşlatıcı, hafifletici, azaltıcı aktivitesi üzerine elde edilen verileri yorumlarken aşağıdaki başlıca aksiyon özellikleri ortaya çıkartılmıştır:

  • Organizma gelişimi üzerine etkisi
  • Besin takviyesini güçlendirmesi
  • Hümik maddelerin enzimler ve biyokimyasal reaksiyonların katalizleri ile etkileşimleri
  • Anti-oksidant aktivitesi

Hümik madde yapısının kompleksliği gözlenen biyolojik etkilere geniş alanda bir değişiklik sağlamaktadır. Bu durum, hümik maddelerin ksenbiyotiklerle, besin maddeleri ile, enzimlerle, zarlarla etkileşimi için doğrudur. Sonuçta, hümik maddelerin biyolojik sistemin parçaları ile girdiği muhtemel etkileşimi ve onların yapısal kompleksliliği bir kenara bırakılırsa biyolojik etkileri üzerine yapılan çalışmalar verilerde ve yorumlamalarında kafa karışıklığına neden olabilmektedir. Bu problemin üstesinden gelmek için deneysel tasarım yapılmalı ve hümik maddelerin bilinen preperatları kullanılmalıdır. Hümik maddelerle ortaya çıkartılan diğer özel biyolojik aktivite ise canlılarda ve ekosistemde en çok ifade edilen etkilerinin hem özel hem de özel olmayan stres faktörleri ile teşvik edilen stres altında gözlenmesidir. Sonuç olarak, hümik maddeler stres faktörlerinin ters etkilerini azaltan çevresel ayarlayıcılar olarak düşünülmektedir.

6. Referanslar

1. Thurman, E. M. (1985) Organic geochemistry of natural waters, Martinus Nijhof/Dr. W. Junk Publishers, Dordrecht.

2. Orlov, D. S. (1990) Soil humic acids and general theory of humification, Moscow State University Publisher, Moscow.

3. Clapp, C.E., Hayes, M.H.B. and Swift, R.S. (1993) Isolation, fractionation, functionalities, and concepts of structure of soil organic macromolecules, in A J. Beck, K.C. Jones, M.B.H. Hayes, and U. Mingelgrin (eds.), Organic substances in soil and water, Royal Society of Chemistry, Cambridge.

4. Aiken, G.R., McKnight, D.M. and MacCarthy, P. (1985) Humic substances in soil, sediment, and water, Wiley, New York.

5. Senesi, N. (1993) Organic pollutant migration in soils as affected by soil organic matter. Molecular and Mechanistic Aspects, In D. Petruzzelli and F.G. Helfferich (eds), Migration and fate of pollutants in soils and subsoils, NATO ASI Series, Vol. G 32, Springer- Verlag, Berlin, p. 47.
6. Landrum, P.F., Reinhold, M.D., Nihart, S.R. and Eadie, B.J. (1985) Predicting the bioavailability of organic xenobiotics to Pontoporeia Hoyi in the presence of humic materials and natural dissolved organic matter, Environ. Toxicol. Chem. 4, 459-467.
7. McCarthy, J.F. and Jimenez, B.D. (1985) Reduction in bioavailability to bluegills of polycyclic aromatic hydrocarbons bound to dissolved humic material, Environ. Toxicol. Chem. 4, 511-521.
8. Oris, J.T., Hall, A.T. and Tylka, J.D. (1990) Humic acids reduce the photo-induced toxicity of anthracene to fish and daphnia, Environ. Toxicol. Chem. 9, 575-583.
9. Day, K.E. (1991) Effects of dissolved organic carbon on accumulation and acute toxicity of fenvalerate, deltamethrin and cyhalothrin to Daphnia Magna (Straus), Environ. Toxicol. Chem. 10, 91-101.
10. Perminova, I.V., Kovalevsky, D.V., Yashchenko, N.Yu., Danchenko, N.N., Kudryavtsev, A.V., Zhilin, D.M., Petrosyan, V.S., Kulikova, N.A., Philippova, O.I., and Lebedeva, G.F. (1996) Humic substances as natural detoxicants, in C.E. Clapp, M.H.B. Hayes, N. Senesi, and S.M. Griffith (eds.), Humic substances and organic matter in soil and water environments: characterization, transformations and interactions, St. Paul, MN, USA, pp. 399-406.
11. Perminova, I.V., Grechishcheva, N.Yu., Kovalevskii, D.V., Kudryavtsev, A.V., Petrosyan, V.S. and Matorin, D.N. (2001) Quantification and prediction of detoxifying properties of humic substances to polycyclic aromatic hydrocarbons related to chemical binding, Environ. Sci. Technol. 35, 3841-3848.
12. Misra, V., Pandey, S.D. and Viswanathan, P.N. (2000) Effect of humic acid on the bioavailability of γ-hexachlorocyclohexane in Marsilea minuta (L.), Environ. Monitor. Assessment 61, 229-235.
13. Khristeva, L.A. (1953) The participation of humic acids and other organic substances in the nutrition of higher plants, Pochvovedenie 10, 46-59.
14. Khristeva, L.A. (1970) Theory of humic fertilizers and their practical use in the Ukraine, in Robertson R.A. (ed.), 2-nd International Peat Congress, Leningrad, HMSO, Edinburgh, 543-558.
15. Gorovaya, A.I., Orlov, D.S. and Shcherbenko, O.V. (1995) Humic substances: structure, functions,mode of action, protective properties, role in the environment, Naukova dumka, Kiev.
16. MacCarthy, P. and Rice, J.A.(1988) in Proceedings of Chapman Conference on the Gaia Hypothesis, San Diego, CA, March,7-11.
17. Sawada, A., Tanaka, S., Fukushima, M. and Tatsumi, K. (2003) Electrokinetic remediation of clayey soils containing copper(II)-oxinate using humic acid as a surfactant, J. Hazard. Mater. B96, 145-154.
18. Fukushima, M. and Tatsumi, K. (2001) Functionalities of humic acid for the remedial processes of organic pollutants, Analyt. Sci. 17, i821-i823.
19. Lesage, S., Novakowski, K.S., Brown, S. and Millar, K. (2001) Humic acids enhanced removal of aromatic hydrocarbons from contaminated aquifers: developing a sustainable technology, J. Environ.Sci. Health A 36(8), 1515-1533.
20. Molson, J.W., Frind, E.O., Van Stempvoort, D.R. and Lesage, S. (2001) Humic acid enhanced remediation of an emplaced diesel source in groundwater – 2. Numerical model development and application, J. Contam. Hydrol. 54, 277-305.
21. Schwartz, D.L. (1999) Coal-derived humic acid for removal of metals and organic contaminants, Solid waste and emergency response (5102G), EPA 542-N-99-002. 31, 1.
22. Sanjay, H.G., Srivastava, K.C., Walia, D. S. (1997) Mixed waste remediation using HUMASORB-CSTM– an adsorbent to remove organic and inorganic contaminants, ARCTECH Inc., Chantilly, Virginia.
23. Gamble, D.S, Khan, S.U. (1988) Atrazine hydrolysis in aqueous suspension of humic acid at 25.0°C, Can. J. Chem. 66, 2605-2617.
24. Zeng, K., Hwang, H.-M., Yu, H. (2002) Effect of dissolved humic substances on the photochemical
degradation rate of 1-aminopyrene and atrazine, Int. J. Mol. Sci. 3, 1048-1057.
25. Klavins, M., Dipane, J., Babre, K. (2001) Humic substances as catalysts in condensation reactions, Chemosphere 44, 737-742.
26. Masciandaro, G. and Ceccanti, B. (1999) Assessing soil quality in different agro-ecosystems through biochemical and chemico-structural properties of humic substances, Soil Tillage Res. 51, 129-137.
27. Bottomley, W.B. (1914) Some accessory factors in plant growth and nutrition, Proc. of the Royal Society of London (Biology) 88, 237-247.
28. Bottomley, W.B. (1914) The significance of certain food substances fro plant growth, Annals of Botany(London) 34, 353-365.
29. Hillitzer, A. (1932) Uber den einfluss der humusstoffe auf das wurzelwachstum, Beihefte zum Botanischen Zentralblatt 49, 467-480.
30. Paszewski, A., Trojanowski, J. and Lobarzewska, W. (1957) Influence of the humus fraction on the growth of oat coleoptiles, Annales Universitatis Marie Curie Sklodowska, Sklodowska 12, 1-13.
31. O’Donnel, R.W. (1973) The auxin-like activity of humic preparations from leonardite, Soil Sci. 116, 106-112.
32. Azam, F. and Malik, K.A. (1982) Effect of humic acids on seedling growth of wheat (Triticum aestivum L.) under different conditions, Pak. J. Botany 14, 47-48.
33. Cacco, G. and Dell’Agnola, G. (1984) Plant growth regulator activity of soluble humic complex, Can.J. Soil Sci. 62, 306-310.
34. Syltie, P.W. (1985) Effects of very small amaounts of highly active biological substances on plants growth, Biol. Agricult. Horticult. 2, 245-269.
35. Dell’Agnola, G. and Nardi, S. (1987) Hormone-like effect of enhanced nitrate uptake induced by depolycondenced humic fractions obtained from Allobophora rosea and A. caliginosa faeces, Biol.Fertil. Soils 4, 115-118.
36. Nardi, S., Arnoldi, G. and Dell’Agnola, G. (1988) Release of hormone-like activities from Allobophorarosea and A. caliginosa faeces, Can. J. Soil Sci. 68, 563-567.
37. Piccolo, A., Nardi, S. and Concheri, G. (1992) Structural characteristics of humus and biological activities, Soil Biol. Biochem. 24, 273-380.
38. Young, C.C. and Chen, Y. (1997) Polyamines in humic acid and their effect on radical growth of lettuce seedlings, Plant Soil 195, 143-149.
39. Niklewski, B. and Wojciechowski, J. (1937) Uber den Einfluss der wasserloeslichen Humusstoffe auf die Entwicklung einiger Kulturpflanzen, Biochem. Z. 271, 11-122.
40. Rauthan, B.S. and Schnitzer, M. (1981) Effects of a soil fulvic acid on the growth and nutrient content of cucumber (Cucumis sativus) plants, Plant Soil 63, 491-495.
41. Iswaran, V., Sen, A. and Vimal, O.P. (1973) Influence of humus spray on the yield of soybean Glycine max var, Clark. Sci. Cult. 39, 143-144.
42. Mishra, B. and Srivastava, L.L. (1988) Physiological properties of humic acids isolated from some major soil accosiation of Bihar, J. Ind. Soc. Soil Sci. 36, 83-89.
43. Solaiappan, U., Muthusankaranarayanan, A. and Muthusamy, P. (1995) Effect of humic acid on rainfed upland cotton (Gossypium hirsitum), Ind. Agron. 40, 156-157.
44. Loffredo, E., Senesi, N. and D’Orazio, V. (1997) Effect of humic acids and herbicides, and their combinations on the growth of tomato seedlings in hydroponics, Z. Pflanzenernaehr. Bodenk. 160, 455-461.
45. Sathiyabama, K. and Selvakumari, G. (2001) Effect of humic acid on growth, yield and nutrition of Amaranthus, South Ind. Horticult. 49(Special): 155-156.
46. Zachariakis, M., Tzorakakis, E., Kritsotakis, I., Siminis, C.I. and Manios, V. (2001) Humic substances stimulate plant growth and nutrient accumulation in grapevine rootstocks, Acta Horticult. (ISHS) 549, 131-136.
47. Prozorowskaya, A.A. (1936) The effect of humic acid and its derivatives on the uptake of nitrogen, phosphorus, potassium and iron by plants, in Organo-mineral fertilizers, collected papers of Research Scientific Institute for Fertilizers, Insecticides, and Fungicides, p. 127 (in Russian).
48. Saalbach E. (1956) Einfluss von Huminstoffe auf den Stoffwechsel der Pflanzen, in Rapp. D. (ed), Trans. 6 International Congr. Soil Science, pp. 107-111.
49. Vaughan, D., Malcom, R.E. and Ord, B.G. (1985) Influence of humic substances on biochemical processes in plants, in D. Vaughan and R.E. Malcom (eds.), Soil organic matter and biological activity, Martinus Nijhoff/Junk W Publishers, Dordrecht, pp. 77-108.
50. Nardi, S., Concheri, G., Dell’Agnola, G. and Scrimin, P. (1991) Nitrate uptake and ATPase activity in oat seedlings in the presence of two humic fractions, Soil Biol. Biochem. 26, 1341-1346.
51. Pinton, R., Cesco, S., Iacolettig, G., Astolfi, S. and Varanini, Z. (1999) Modulation of NO3– uptake by water extractable humic substances: involvement of root plasma membrane H+-ATPase, Plant Soil 215, 155-161.
52. Nardi, S., Gessa, C., Ferrarese, L., Trainotti, L., Casadoro, G., and Pizzeghello, D. (2000) A low molecular weight humic fraction on nitrate uptake and protein synthesis in maize seedlings, Soil Biol.Biochem. 32, 415-419.
53. Cacco, G., Attina, E., Gelsomino, A. and Sidari, M. (2000) Effect of nitrate and humic substances of different molecular size on kinetic parameters of nitrate uptake in wheat seedlings, J. Plant Nutr. Soil Sci. 163, 313-320.
54. Ram, N. and Verloo, M. (1983) Effect of natural complexants on the uptake of trace elements by barley and their extractable amounts in soil, Agrochimica 28, 13-19.
55. Fortun, C., Rapsch, S. and Ascaso, C. (1985) Action of humic acid preparations on leaf development, mineral elements contents and chloroplast ultrastructure of ryegrass plants, Photosynthetica 19, 294-299.
56. Vaughan, D. and Malcom, R.E. (1985) Influence of humic substances on growth and physiological processes, in D. Vaughan and R.E. Malcom (eds.), Soil organic matter and biological activity,Martinus Nijhoff/Junk W Publishers, Dordrecht, pp. 37-76.
57. Chen, Y. and Avaid, T. (1990) Effect of humic substances on plant growth, in P. MacCarthy, C.E. Clapp, R.L. Malcom, and P.R. Bloom (eds.), Humic substances in soils and crop science: selected readings, Soil Sci. Soc. Am., Madison, pp.161-186.
58. Mackowiak, C.L., Grossl, P.R. and Bugbee, B.G. (2001) Beneficial effects of humic acid on micronutrient availability to wheat, Soil Sci. Soc. Am. J. 65, 1744-1750.
59. Varanini, Z. and Pinton, R. (2001) Direct versus indirect effects of soil humic substances on plant growth and nutrition, in R. Pinton, Z. Varanini, and P. Nannipieri (eds.), The Rizosphere, Marcel Dekker, Basel, pp.141-158.
60. Clapp, C.E., Chen, Y., Hayes, M.H.B. and Cheng, H.H. (2001) Plant growth promoting activity of humic substances, in R.S. Swift and K.M. Sparks (eds.), Understanding and managing organic matter in soils, sediments, and waters, IHSS, Madison, pp. 243-255.
61. Sánchez-Sánchez, A., Sánchez-Andreu, J., Juárez, M., Jordá, J. and Bermúdez, D. (2002) Humic substances and amino acids improve effectiveness of chelate FeEDDHA in lemon trees, J. of Plant Nutr. 25, 2433-2442.
62. Cincerová, A. (1964) The effect of humic acid on transamination in winter wheat plants, Biol Plant (Prague) 6, 183-188.
63. Olsen, C. (1929) On the influence of humus substances on the growth of green plants in water culture, C.R. trav. Lab. Carlsberg. 18, 1-16.
64. Sladký, Z. (1965) Die durch Blattduengung mit Humusstoffen bervorgerufen anatomischen une physiologischen Veraenderungen der Zuckerruebe, Biol. Plant (Prague) 7, 251-260.
65. Visser S.A. (1986) Effects of humic substances on plant growth, in Humic substances effect on soil and plants, Italy, Reda, pp. 89-135.
66. Muscolo, A., Felici, M., Concheri, G. and Nardi, S. (1993) Effect of earthworm humic substances on esterase and peroxidase activity during growth of leaf explants of Nicotiana plumbaginifolia, Biol.Fertil. Soils 15, 127-131.
67. Rea, E. and Pierandrei, F. (1994) Effects of fertilization with humic acids on soil and metabolism: a multidisciplinary approach, in N. Senesi, T. M. Miano (eds.), Humic substances in the global environment and implications to human health, Elsevier Science, Amsterdam, pp. 343-348.
68. Cozzi, R., Nicolai, M., Perticone, P., De Salvia, R. and Spuntarelli, F. (1993) Desmutagenic activity of natural humic acids: inhibition of mitomycin C and maleic hydrazide mutagenicity, Mutat. Res. 299, 37-44.
69. Genevini, P.L., Saxxhi, G.A. and Borio, D. (1994) Herbicide effect of atrazine, diuron, linuron and prometon after interaction with humic acids from coal, in N. Senesi and T.M. Miano (eds.), Humic substances in the global environment and implications on human health, Elsevier Science, New-York, pp. 1291-1296.
70. Cooper, R.J., Liu, C. and Fisher, D.C. (1998) Influence of humic substances on rooting and nutrient content of creeping bentgrass, Crop Sci. 38,1639-1644.
71. Ferrara, G., Loffredo, E., Simeone, R. and Senesi, N. (2000) Evaluation of antimutagenic and desmutagenic effects of humic and fulvic acids on root tips of Vicia faba, Environ. Toxicol. 15, 513-517.
72. YuLing, C., Min, C., YunYin, Li and Xie, Z. (2000) Effect of fulvic acid on ABA, IAA and activities of superoxide dismutase and peridoxase in winter wheat seedling under drought conditions, Plant Physiol. Com. 36, 311-314.
73. Haynes, R.J. and Mokolobate, M.S. (2001) Amelioration of Al toxicity and P deficiency in acid soils by additions of organic residues: a critical review of the phenomenon and the mechanisms involved, Nutrient Cycling in Agroecosystems 59, 47–63.
74. Zhorina L. V. and Stepchenko L. M. (1991) The content of free amino acids in the tissues of broiler chicks administered sodium humate in the ration, Nauchnye Dokl. Vyss. Shkoly Biol. Nauki 10, 147- 150.
75. Lange, N., Golbs, S. and Kuhnert, M. (1987) Grundlagenuntersuchungen zu immunologishen Reaktionen an der Laboratoriumstratte unter dem Einflus von Huminsauren, Arch. Exper. Veter.-Med. 41, 140-146.
76. Sato, T., Ose, Y. and Nagase, H. (1986) Desmutagenic effect of humic acid, Mutat. Res. 162, 173-178.
77. Sato, T., Ose, Y., Nagase, H. and Hayase, K. (1987) Mechanism of desmutagenic effect of humic acid, Mutat. Res. 176, 199-204.
78. Carlberg, G.E., Martinsen, K., Kringstad, A., Gjessing, E., Grande, M., Källqvist, T. and Skare, J.U. (1986) Influence of aquatic humus on the bioavailability of chlorinated micropollutants in Atlantic salmon, Arch. Environ. Contam. Toxicol. 15, 543-548.
79. Humic acids and their sodium salts (1999) Summary report, February, The European Agency for the evaluation of medical products, Committee for veterinary medical products, (EMEA/MRL) 554/99-FINAL.
80. Ribas, G., Carbonell, E., Creus, A., Xamena, N. and Marcos, R. (1997) Genotoxicity of humic acids in cultured human lymphocytes and its interaction with the herbicides alachlor and maleic hydrazide, Environ. Mol. Mutagen. 29, 272-276.
81. Gau, R.J., Yang, H.L., Chow, S.N., Suen, J.L. and Lu F.J. (2000) Humic acid suppresses the LPSinduced expression of cell-surface adhesion proteins through the inhibition of NF-kappa B activation, Toxicol. Appl. Pharmacol. 166, 59-67.
82. Blondeau R. (1989) Biodegradation of natural and synthetic humic acids by the white rot fungus Phanerochaete chrysosporium, Appl. Environ. Microbiol. 55, 1282-1285.
83. Frimmel, F.H., Abbt-Braun, G., Hambsch, B., Huber, S., Scheck, S., and Schimiedel, U. (1994) Behaviour and functions of freshwater humic substances 􀀐 some biological, physical and chemical aspects, in N. Senesi and T.M. Miano, (eds.), Humic substances in the global environment and implications on human health, Elsevier Science, New-York, pp. 735-755.
84. Kirschner, R.A.Jr., Parker, B.C. and Falkinham, J.O.III. (1999) Humic and fulvic acids stimulate the growth of Mycobacterium avium, FEMS Microbiol. Ecol. 30, 327-332.
85. Dehorter, B. and Blondeau, R. (1992) Extracellular enzyme activities during humic acid degradation by the white rot fungi Phanerochaete chrysosporium and Trametes versicolor, FEMS Microbiol. Letter 94, 209-216.
86. Gramss, G., Ziegenhagen, D. and Sorge, S. (1999) Degradation of soil humic extract by wood- and soilassociated fungi, bacteria, and commercial enzymes, Microbiol. Ecol. 37, 140-151.
87. Hofrichter, D., Ziegenhagen, S., Sorge, R. U. and Bublitz, W. F. (1999) Degradation of lignite (lowrank coal) by ligninolytic basidiomycetes and their manganese peroxidase system, Appl. Microbiol. Biotechnol. 52, 78-84.
88. Morimoto, K., Tatsumi K., Kuroda, K.-I. (2000) Peroxidase catalyzed co-polymerization of pentachlorophenol and a potential humic precursor, Soil Biol. Biochem. 32, 1071-1077.
89. Balarezo, A.L., Jones, V.N., Yu, H. and Hwang, H-M. (2002) Influence of humic acid on 1-aminopyrene ecotoxicity during solar photolysis process, Int. J. Mol. Sci. 3, 1133-1144.
90. Schiller, F., Klocking, R., Wutzler, P. and Farber, I. (1979) Results of an oriented clinical trial of ammonium humate for the local treatment of herpesvirus hominis (HVH) infections, Dermatoi Monatsschr 165, 505-509.
91. Mentel, R., Helbig, B., Klocking, R., Dohner, L. and Sprossig, M. (1983) Effectiveness of phenol body polymers against influenza virus A/Krasnodar/101/59/H2N2, Biochem. Acta 42(10), 1353-1356.
92. Schols, D., Wutzler, P., Klocking, R., Helbig, B. and De Clercq E. (1991) Selective inhibitory activity of polyhydroxcarboxylates derived from phenolic compounds agains human immunodeficiency virus replication, Acquir Immune Defic Syndr 4, 677-685.
93. Loya, S., Tal, R., Hizi, A., Issacs, S., Kashman, Y. and Loya, Y. (1993) Hexaprenoid hydroquinones, novel inhibitors of the reverse transcriptase of human iminunodeficiency virus type 1, J. Nat. Products 52, 2120-2125.
94. Polak, Z. and Pospisil, F. (1995) Alleviation of plant virus infection by humic acids, Biologia Plantarum 37, 315-317.
95. Laub, R. (1999) Process for preparing synthetic soil-extract materials and medicament based thereon, U. S. Patient No. 5 945 446.
96. Laub, R. (2000) Developing humate with anti-HIV, HSV, HPV and other antiviral activity, AntiviralDrug and Vaccine Development Information 12, Biotechnology Information Institute, p. 2.
97. David, P.P., Nelson, P.V. and Sanders, D.C. (1994) A humic acid improves growth of tomato seedlings in solution culture, J. Plant Nutr. 17, 173-184.
98. Dunstone, R.L., Richards, R.A. and Rawson, H.M. (1988) Variable responses of stomatal conductance, growth, and yield to fulvic acid applications to wheat, Aust. J. Agric. Res. 39, 547-553.
99. Leversee, G.J., Landrum, P.F., Giesy, J.P. and Fannin, T. (1983) Humic acids reduce bioaccumulation of some polycyclic aromatic hydrocarbons, Can. J. Fish. Aquat. Sci. 40, 63-69.
100. Stewart, A.J. (1984) Interactions between dissolved humic materials and organic toxicants, in K.E. Cowser (ed.), Synthetic fossil fuel technologies, Butterworth Publisher, Boston, pp. 505-521.
101. Oikari, A., Kukkonen, J. and Virtanen, V. (1992) Acute toxicity of chemicals to Daphnia magna in humic waters, Sci. Total Environ. 117/118, 367-377.
102. Steinberg, C., Haitzer, M., Hesse, S., Lorenz, R., Bueggemann, R. and Burnison, B.K. (1997) Change of bioconcentration and effect of pesticides in the presence of humic substances, Umweltwissenschaften und schadstoff-forschung 2, 64-68.
103. Filip, Z. and Berthelin, J. (2001) Analytical determination of the microbial utilization and transformation of humic acids extracted from municipal refuse, Fresenius J. Anal. Chem. 371, 675-681.
104. Filip, Z., Kanazawa, S. and Berthelin, J. (2000) Distribution of microorganisms, biomass ATP, and enzyme activities in organic and mineral particles of a long-term wastewater irrigated soil, J. Plant Nutr. Soil Sci. 163, 143-150.
105. Willmann, G. and Fakoussa, R.M. (1997) Biological bleaching of water soluble coal macromole-cules by a basidiomycete strain, Appl. Microbiol. Biotechnol. 47, 95-101.
106. Temp, U., Meyrahn, H. and Eggert, C. (1999) Extracellural phenol oxidase patterns during depolymerization of low-rank coal by three basidiomycetes, Biotechnol. Letters 21; 281-287.
107. Scheel, T., Holker, U., Ludwig, S. and Hofer, M. (1999) Evidence for and expression of a laccase gene in three basidiomycetes degrading humic acids, Appl. Microbiol. Biotechnol. 52, 66-69.
108. Hofrichter, M. and Fritsche, W. (1997) Depolymerization of low-rank coal by extracellular fungal enzyme systems. II. The ligninolytic enzymes of the coal-humic-acid-degrading fungus Nematoloma frowardii b19, Appl. Microbiol. Biotechnol. 47, 419-424.
109. Götz, G. K. E. and Fakoussa, R. M. (1999) Fungal biosolubilization of Rhenish brown coal monitored by Curie-point pyrolysis/gas chromatography/mass spectrometry using tetraethylammonium hydroxide, Appl. Microbiol. Biotechnol. 52, 41-48.
110 Fakoussa, R. M. and Frost, P. J. (1999) In vivo-decolorisation of coal-derived humic acids by laccase excreting fungus Trametes versicolor, Appl. Microbiol. Biotechnol. 52, 60-65.
111. Ralph, J.P. and Catcheside, D.E.A. (1997) Transformations of low rank coal by Phanerochaete chrysosporium and other wood-rot fungi, Fuel Process Technol. 52, 79-93.
112. Cohen, M.S., Bowers, W.C., Aronson, H. and Grey, E.T. (1987) Cell-free solubilization of coal by Polyporus versicolor. Appl. Environ. Microbiol. 53; 2840-2844.
113. Steffen, K.T., Hatakka, A. and Hofrichter, M. (2002) Degradation of humic acids by the litterdecomposing Basidiomycete Collybia dryophila, Appl. Environ. Microbiol. 68, 3442-3448.
114. Holker, U., Ludwig, S., Scheel, T. and Hofer, M. (1999) Mechanism of coal solubilization by the deuteromycetes Trichoderma atroviride and Fusarium oxysporum, Appl. Microbiol. Biotechnol. 52, 57-59.
115. Call, H.-P. and Mücke, I. (1997) History, overview and applications of mediated lignolytic systems especially laccase-mediator-systems (lignozym(R)-process), J. Biotechnol. 53,163–202.
116. Cozzolino, A. and Piccolo, A. (2002) Polymerization of dissolved humic substances catalyzed by peroxidase, Effects of pH and humic composition, Org. Geochem. 33, 281-294.
117. Fakoussa, R. M. and Hofrichter, M. (1999) Biotechnology and microbiology of coal degradation, Appl. Microbiol. Biotechnol. 52, 25-40.
118. Prát, S. (1963) Permeability of plant tissues to humic acids, Biol. Plant (Prague) 5, 279-283.
119. Phoung, H.K. and Tichy, V. (1976) Activity of humic acids from peat as studied by means of some growth regulator bioassay, Biol. Plant (Prague) 18, 195-199.
120. Kulikova, N.A., Dashitsyrenova, A.D., Perminova, I.V. and Lebedeva G.F. (2003) Auxin-like activity of different fractions of coal humic acids, Bulgarian J. Ecolog. Sci. 2(3-4), 55-56.
121. Nardi, S., Panuccio, M.R., Abenavoli, M.R. and Muscolo, A. (1994) Auxin-like effect of humic substances extracted from faeces of Allobophora caliginosa and A. Rosea, Soil Biol. Biochem. 26, 1341-1346.
122. Muscolo, A., Bovalo, F., Gionfriddo, F. and Nardi, S. (1999) Earthworm humic matter produces auxinlike effects on Daucus carota cell growth and nitrate metabolism, Soil Biol. Biochem. 31, 1303-1311.
123. Muscolo, A., Cutrupi, S. and Nardi, S. (1998) IAA detection in humic acids, Soil Biol. Biochem. 30, 1199-1201.
124. Nardi, S., Pizzeghello, D., Muscolo, A. and Vianello, A. (2002) Physiological effects of humic substances on higher plants, Soil Biol. Biochem. 34, 1527-1536.
125. Vigneault, B., Percot, A., Lafleur, M. and Campbell, P.G.C. (2000) Permeability changes in model and phytoplankton membranes in the presence of aquatic humic substances, Environ. Sci. Technol. 34, 3907-3913.
126. Gerritsen, J. and Bradley, S.W. (1987) Electrophoretic mobility of natural particles and cultured organisms in fresh water, Limnol. Oceanogr. 32, 1049-1058.
127. Parent, L., Twiss, M.R. and Campbell, P.G. (1996) Influences of natural dissolved organic matter on the interaction of aluminum with the microalga Chlorella: a test of the free-ion model of trace metal toxicity, Environ. Sci. Technol. 30, 1713-1720.
128. Campbell, P.G., Twiss, M.R. and Wilkinson, K.J. (1997) Accumulation of natural organic matter on the surfaces of living – cells implications for the interaction of toxic solutes with aquatic biota, Can. J. Fish. Aquat. Sci. 54, 2543-2554.
129. Visser, S.A. (1985) Physiological action of humic substances on microbial cells, Soil Biol. Biochem.17, 457-462.
130. Fein, J.B., Boily J.-F., Guclu, K. and Kaulbach, E. (1999) Experimental study of humic acid adsorption onto bacteria and Al-oxide mineral surfaces, Chem. Geol. 162, 33-45.
131. Zhou J.L. and Banks C. J. (1993) Mechanism of humic acid colour removal from natural waters by fungal biomass biosorption, Chemosphere 27, 607-620.
132. Samson, G. and Visser, S.A. (1989) Surface-active effects of humic acids on potato cell membrane properties, Soil Biol. Biochem. 21, 343-347.
133. Visser, S.A. (1982) Surface active phenomena by humic substances of aquatic origin, Rev. Fr. Sci.Eau. 1, 285-296.
134. Ermakov, E.I, Ktitorova, I.N. and Skobeleva, O.V. (2000) Effect of humus acids on the mechanical properties of cell walls, Rus. J. Plant Physiol. 47, 518-525.
135. Malcom, R.E. and Vaughan, D. (1979) Humic substances and phosphatase activities in plant tissues, Soil Biol. Biochem. 11, 65-72.
136. Xu X. (1986) The effect of foliar application of fulvic acid on water use, nutrient uptake and yield in wheat, Aust. J. Agric. Res. 37, 343-350.
137. Pinton, R., Cesco, S., De Nobili, M., Santi, S., and Varanini, Z. (1998) Water- and pyrophosphateextractable humic substances fractions as a source of iron for Fe-deficient cucumber plants, Biol. Fertil. Soils 26, 23-27.
138. Santi, S., Pinton, R., Cesco, S., Agnolon, F. and Varanini, Z. (1999) Water-extractable humic substances enhance iron deficiency responses by Fe-deficient cucumber plants, Plant Soil 210, 145- 157.
139. Singh, A.K., Dhar, P. and Pandeya, S.B. (1998) Influence of fulvic acid on transport of iron in soils and uptake by paddy seedlings, Plant Soil 198, 117-125.
140. Stevenson, F.J. (1991) Organic matter-micronutrient reactions in soil, in J.J. Morevedt, F.R. Cox, L.M. Shuman, and R.M. Welch (eds.), Micronutrient in agriculture Soil Science, Soc. of America, Madison, pp. 145-186.
141. Maggioni, A., Varanini, Z., Nardi, S. and Pinton, R. (1987) Action of soil humic matter on plant roots: stimulation of ion uptake and effects on (Mg2+ + K+) ATPase activity, Sci. Total Environ. 62, 355-363.
142. Pinton, R., Varanini, Z., Vizotto, G. and Maggioni, A. (1992) Soil humic substances affect transport properties of tonoplast vesicles isolated from oak roots, Plant Soil 142, 203-210.
143. Varanini, Z., Pinton, R., De Biasi, M.G., Astolfi, S. and Maggioni, A. (1993) Low molecular weight humic substances stimulate H+-ATPase activity of plasma membrane vesicles isolated from oat (Avena sativa L.) roots, Plant Soil 153, 61-69.
144. Lowe, L.E. (1992) Studies on the nature of sulfur in peat humic acids from Froser river delta, British Columbia, Sci. Total Environ. 113, 133-145.
145. Ramalho, J.C., Lauriano, J.A. and Nunes, M.A. (2000) Changes in photosynthetic performance of Ceratonia siliqua in summer, Photosynthetica 38, 393-396.
146. Sollins, P., Homann, P. and Caldwell, B.A. (1996) Stabilization and destabilization of soil organic matter: mechanisms and controls, Geoderma 74, 65-105.
147. Bentez, E., Melgar, R., Sainz, H., Gomez, M. and Nogales, R. (2000) Enzyme activities in the rhizosphere of pepper (Capsicum annuum L.) grown with olive cake mulches, Soil Biol. Biochem. 32, 1829-1835.
148. Stemmer, M., Gerzabek, M. and Kandeler, E. (1998) Organic matter and enzyme activity of bulk soil and particle-size fractions of soils obtained after low-energy sonication, Soil Biol. Biochem. 30, 9-17.
149. Stemmer, M., Gerzabek, M. and Kandeler, E. (1999) Invertase and xylanase activity of bulk soil and particle-size fractions during maize straw decomposition, Soil Biol. Biochem. 31, 9-18.
150. Rao, M.A., Gianfreda, L., Palmiero, F. and Violante, A (1996) Interactions of acid phosphatase with clays, organic molecules and organo-miniral complexes, Soil Sci. 161, 751-760.
151. Kandeler, E., Stemmer, M. and Klimanek, E-M. (1999) Response of soil microbial biomass, urease and xylanase within particle-size fractions to long-term soil management, Soil Biol. Biochem. 31, 261-273.
152. Rosa, A.H., Vicente, A.A., Rocha, J.C. and Trevisan, H.C. (2000) A new application of humic substances: activation of supports for invertase immobilization, Fresenius J. Anal. Chem. 368, 730–733. H
153. Nannipieri, P., Ceccanti, B. and Bonmati M. (1998) Protease extraction from soil by sodium pyrophosphate and chemical characterization of the extracts, Soil Biol. Biochem. 30, 2113-2125.
154. Nemeth, K., Salchert, K., Putnoky, P., Bhalerao, R., Koncz-Kalman, Z., Stankovic-Stangeland, B., Bako, L., Mathur, J., Okresz, L., Stabel, S., Geigenberger, P., Stitt, M., Redei, G.P., Schell, J. And Koncz, C. (1998) Pleiotropic control of glucose and hormone responses by PRL1, a nuclear WD protein, in Arabidopsis, Genes Development 12, 3059-3073.
155. Wunderwald, U., Kreisel, G., Braun, M., Schulz, M., Jager, C. and Hofrichter, M. (2000) Formation and degradation of a synthetic humic acid derived from 3-fluorocatechol, Appl. Microbiol. Biotechnol. 53, 441-446.
156. Piccolo, A., Cozzolino, A., Conte P. and Spaccini, R. (2000) Polymerization of humic substances by an enzyme-catalyzed oxidative coupling, Naturwissenschaften 87, 391-394.
157. Yavmetdinov, I.S., Stepanova, E.V., Gavrilova, V.P., Lokshin, B.V., Perminova, I.V. and Koroleva, O.V. (2003) Isolation and characterization of Humin-like substances produced by wood-degrading fungi causing white rot, Appl. Biochem. Microbiol. (Russia) 39, 293-301.
158. Korotkova, E.I., Karbainov, Y.A. and Avramchik, O.A. (2003) Investigation of antioxidant and catalytic properties of some biologically active substances by voltammetry, Analyt. Bioanalyt. Chem. 375, 465-468.
159. Westerhoff, P., Aiken, G., Amy, G. and Debroux, J. (1999) Relatioships between the structure of natural organic matter and its reactivity towards molecular ozone and hydroxyl radicals, Wat. Res. 33, 2265-2276.
160. Danilov, R. and Ekelund, N.G.A. (2001) Effects of solar radiation, humic substances and nutrients on phytoplankton biomass in Lake Solumsjö, Sweden, Hydrobiologia 444, 203-212.
161. Lipski, M., Slawinski, J. and Zych, D. (1999) Changes in the luminescent properties of humic acids induced by UV radiation, J. Fluorescence 9, 133-138.
162. Fielding, M., D. Barcelo, A. Helweg, S. Galassi, L. Torstensson, P. Readman, J.W., T.A. Albanis, D. Barcelo, S. Galassi, J. Tronczynski, Van Zoonen, R. Wolter and G. Angeletti. (1992) Pesticides in ground water and drinking water, Water Pollut. Res. Rep. 27, p. 1-136.

YAZARLAR:
N.A. KULIKOVA, E.V. STEPANOVA, O.V. KOROLEVA
I. V. Perminova et al. (eds.)© 2005 Springer. Printed in the Netherlands.Use of Humic Substances to Remediate Polluted Environments: From Theory to Practice; 285-309.

http://www.mgumus.chem.msu.ru/publication/2005/kulikova-mitigating-05.pdf

humik.asitler@gmail.com

Editör : Mümin DİZMAN

Kaydol: Kayıtlar (Atom)


Notice: ob_end_flush(): Failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/endogalc/public_html/wp-includes/functions.php on line 5279